İzleyiciler

14 Haziran 2008 Cumartesi

Edebiyatımızda Bir Mihenk Taşı: "Leyla ile Mecnun"


Mecnun, bir kabile reisinin dualar ve adaklarla dünyaya gelmiş olan Kays adlı oğludur. Okulda bir başka kabile reisinin kızı olan Leyla ile tanışır. Bu iki genç birbirlerine aşık olurlar. Okulda başlayıp gittikçe alevlenen bu macerayı Leyla‘nın annesi öğrenir. Kızının bu durumuna kızan annesi, kızına çıkışır ve bir daha okula göndermez. Kays okulda Leyla‘ yı göremeyince üzüntüden çılgına döner, başını alıp çöllere gider ve Mecnun diye anılmaya başlar.



Mecnun‘ un babası, oğlunu bu durumdan kurtarmak için Leyla‘yı isterse de Mecnun (deli, çılgın) oldu diye Leyla’ yı vermezler. Leyla evden kaçarak, Mecnun‘ u çölde bulur. Halbuki o, çölde âhular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve mecâzî aşktan ilâhî aşka yükselmiştir. Bu sebeple Leylâ’ yı tanımaz. Babası Mecnûn’ u iyileşmesi için Kâbe’ ye yasal kelımeürür. Duâların kabul olduğu bu yerde Mecnûn, kendisindeki aşkını daha da arttırması için Allahü Tealâya duâ eder:
“Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni.”



Duâsı neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar. Diğer tarafta ise Leylâ da aşk ıstırabı içindedir.



Bir zaman sonra âilesi, Leylâ’ yı İbn-i Selâm isimli zengin ve îtibârlı birine verir. Ancak, Leylâ kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selâm’ ı vuslatından uzak tutmayı başarır.



Mecnûn, çölde, Leylâ‘ nın evlendiğini arkadaşı Zeyd’ den işitince çok üzülür. Leylâ’ ya acı bir sitem mektubu gönderir. Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnûn’ a anlatır. Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder.



Bir müddet sonra Mecnûn‘ un âhı tutarak İbn-i Selâm ölür. Leylâ baba evine döner. Bir çok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnûn’ u çölde aramaya başlar. Fakat Mecnûn, dünyadan elini eteğini çekmiş ilâhî aşk yüzünden Leylâ’nın maddî varlığını unutmuştur. Leylâ, çölde Mecnûn’ u bulduğu hâlde, Mecnûn onu tanımaz. Leylâ onun erdiğini anlarsa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer. Kısa zaman sonra da ölür. Mecnûn, Leylâ’ nın ölüm haberini öğrenir. Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler;

“Ya Rab manâ cism ü cân gerekmez
Cânânsuz cihân gerekmez.”



Der, kabri kucaklayarak ölür. Bir müddet sonra Mecnûn‘ un sâdık arkadaşı Zeyd rüyasında, Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür. Bunlar kimdir? diye sorunca, derler ki:



“Bunlar Mecnûn ile onun vefalı sevgilisi Leylâ’ dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular.”



——————



Leyla ile Mecnun’un aşkları bir Arap efsanesine dayanmaktadır. Bu efsanede Mecnun mahlasıyla şiirler söyleyen Kays ibni Mülevvah adlı bir Arap şairiyle Leyli ( Leyla ) adlı bir Arap kızın arasında geçen ve ayrılıkla sona eren bir aşk serüveni anlatılmaktadır.



Söylentiye göre Kays ile Leyla kardeş çocuklarıdır. Küçük yaşta birbirlerini severler. Kays’ın Leyla için söylediği şiirler dillerde dolaşır. Leyla’nın babası ,adını dillere düşürdüğü için kızının Kays’la evlenmesini önler. Leyla başka biriyle evlendirilir. Kays çöllere düşer. Mecnun (deli ) diye anılmaya başlar. Ayrılık acısına dayanamayan Leyla kederinden ölür. Mecnun bunu duyunca onun mezarının başına koşar ve o da orada can verir. Bu efsane Arap edebiyatında X. yüzyılda çok yaygın bir hale gelmiş ,Mecnun’a ait olduğu söylenen şiirlerin arasına nesirler de eklenerek hikaye haline getirilmiştir. Bu konu daha sonra Fars ve Türk edebiyatlarında da işlenmiştir.



Bunların arasında en ünlüsü Fuzuli‘nin yapıtıdır ( 1535) Aşağıda okuyacağınız küçük hikaye Fuzuli`nin Leyla vü Mecnun adlı mesnevisinden alınmıştır. Kays, bilinen adıyla Mecnun, Leyla`nın aşkından kendisinden geçip yarı meczup bir halde çölde giderken, namaz kılmakta olan bir dervişin önünden geçer. Derviş hemen namazını selamlayıp, Mecnun’a “Namaz kılan birinin önünden geçilmez, bunu bilmiyor musun?” diye çıkışır. Mecnun cevap verir “Ben Leyla’nın aşkından öyle bir hale geldim ki, senin burada namaz kıldığını görmedim bile, sen nasıl bir aşkla namaz kılıyorsun da benim senin önünden geçtiğimi görüyorsun?” Leyla ve Mecnun’un hikayesi Türk Halk edebiyatının da etkilemiş ve Leyla ile Mecnun adıyla bir Karagöz oyunu haline getirilmiştir. Karagöz oyunlarında işlenen Leyla ile Mecnun hikayesi ise şöyle : Oyunun başında Leyla ile Mecnun birbirlerine olan sevgilerini şiirlerle dile getirirler.



Aralarında bir gül ağacı vardır. Zebani gelerek gül ağacını alır ve yerine karaçalı koyar. Karagöz bu karaçalıyı almak isterken zebani Karagöz‘ü kaldırıp baş aşağı kara çalının üzerine atar. Hacıvat gelerek Karagöz’e Leyla ile Mecnun’un hikayesini anlatarak, Zebani’nin kara çalıyı onları ayırmak için koyduğunu söyler. Perdeye içinde Leyla’nın babası ve annesinin olduğu bir kervan gelir. Hacıvat onlara bir ev bulur. Daha sonra Mecnun’un babası olan Halepli Haşim gelir. Hacıvat Leyla’nın anne ve babasının olduğu yere ergeç Mecnun’un da geleceğini söyler. Mecnun gelip Leyla’ya olan aşkını Hacıvat’a anlatır ve ondan yardım ister. Bu esnada bir aslan gelip Karagöz’ün köpeğini yutar. Leyla’nın babası kızını Mecnun’a istemeye gelen Hacıvat’ı kovar.



Hacivat, Karagöz‘ün ninesi olan Cazu’dan yardım ister. Cazu nine Leyla’nın babasına giderek eğer kızlarını Mecnun’a vermezlerse Leyla’nın öleceğini söyler. Bunun üzerine Leyla’nın babası kızını Mecnun’a vermek için üç şart koşar. Birincisi Mecnun çok sevdiği dişi ahuyu öldürecektir. İkincisi aslan ile boğuşup onu da öldürmesi. Üçüncüsü ise yedi başlı ejderhayı öldürmesi. Karagöz Mecnun’a bir bıçak verir. Mecnun kendi isteğiyle ahuyu öldürür. Daha sonra aslan ile ejderhayı da öldürür ve koşulları yerine getirmiş olur. Zebani iki sevgilinin kavuşmasını engellemek amacıyla araya yine kara çalı koyarsa da Mecnun bıçağı ile karaçalıyı kesip atar. Sevgililer birbirlerine kavuşurlar ve kervanla memleketlerine dönerler…










LEYLA ve MECNUN




Ey Rabbim! Aşk belasıyla beni tanıştır
Beni bir an bile olsa; aşk belasından ayırma!



Detlilerden yardımını uzak tutma.
Yani beni daha çok belalara müptela eyle!



Ben var oldukça, beladan, isteğimi uzaklaştırma!
Ben belayı isterim, çünkü bela da beni ister.



Sevgi belasıyla ağırbaşlılığımı gevşetme!
Ta ki dostlar beni kınayıp vefasız demesinler!



Gidip geldikçe, sevgilimin güzelliğini arttır,
Sevgilimin derdine beni daha çok mübtela et.



Ben nerede, mevki ve itibar kazanma nerede?
Bana yoksulluk ve yokluk ulaşma kabiliyeti ver



Senden ayrıyken, bedenimi öyle zayıf kıl ki,
Bahar yeli beni sana kavuştursun.



Fuzûlî’ nin nasibi gibi beni gururlandırıp,
Ey Rabbim, asla beni bana bağlı kılma!



Sonunda yar, ağlayıp inlememize acıdı ve
Bugün hüzünler evimize ayak bastı.



Gözyaşı yağmurum, demek, öyle tesir etti ki,
Gül bahçemizde taze bir gül dalı düşürdü.



Ah ateşinin bizi yaktığı,
Ayrılık gecesini aydınlatan meş’ aleden bellidir.



Eğer ağlayan gözümüzde uyku olsaydı,
Bu kavuşma uyku halinde görülen bir rüya demek mümkün olurdu.



Gördüğümüz bir hayal mi?
Yoksa sevgilinin yanımıza geleceği aklımıza bile gelmezdi.



Ey can ve gönül! Sevgili, misafirimiz oldu!
Neyimiz varsa, misafirimizin ayaklarına dökelim.



Ey Fuzûlî! Sevgilinin kasdı, canımızı almakmış.
Gel.. Güzel uğruna can vermeyi kendimize bir borç bilelim.



**
Fuzûli’ nin 1535′ te yazdığı
Leylâ ve Mecnûn adlı mesnevîsi

Edebiyatımızda bir mihenk taşı: "Leyla ile Mecnun"

Wilhelm Radloff ve OnunTürkçemize Hizmeti

“Türk Dünyası’nı türlü yönlerden araştıran yabancı bilginler arasında müstesna bir yer tutan ve devir açan şahsiyetlerden biri de, hiç şüphesiz 81 yıllık uzun ömrünün (1837-1918) altmış yılını bu uğurda çalışmaya hasretmiş olan Alman asıllı Rus Türkoloğu Wilhelm Radloff’tur. 1813 Savaşları’na katılmış olan Prusya Ordusu yedek subaylarından ve Berlin şehri polis komiseri Wilhelm Radloff’un biricik oğlu olarak 5 Ocak (yeni takvime göre 17 Ocak) 1837’de Berlin’de doğmuştur.

İlk ve orta tahsilini aynı şehirde yaptıktan sonra, gelirleri mahdut olduğu halde çocuklarının ciddi bir tahsil görmesini isteyen ailesinin teşvikiyle 1854 yılının sonbaharında, Wilhelm henüz 17 yaşında iken Berlin Üniversitesi Felsefe Fakültesi’ne kaydolmuştur.

Lisede iken en çok Alman Edebiyatı ve klasik filoloji hocalarının derslerini sevmiş, bunlardan bilhassa klasik edebiyat öğretmeni ve iyi bir pedogog olan üniversite doçenti Benari’nin, Radloff’un yetişmesinde mühim rolü olmuştur.


Üniversite hayatının ilk aylarında manevi ilimlerin türlü dallarını denemiş, esas olarak önce ilahiyat tahsil etmek istemişse de, az zaman sonra fikrini değiştirerek filolojide karar kılmıştır. Tahsilinin büyük bir kısmını Berlin’da yapmış, iki sömestir Halle’de bulunmuş ve doktora sınavını da Jena’da vermiştir. (20 Mayıs 1858)...

Radloff mukayeseli dilbilgisini kuran ve bilhassa İndocermen dillerinin mukayeseli gramerini yazan F.Bopp’un son derslerini dinleyebilmiş, dilci ve filozof H.Steinthal’in derslerine devam etmiş Jena’da A.F.Pott’un takririlerini dinlemiştir. Bütün bu genel dersler meyanında Radloff Şark dillerini de merak ederek Berlin’da başlıca W.Schott’un talebesi olmuştur...

Radloff’un hocaları arasında W.von Humbold’un fikirlerini devam ettirenlerden A.F.Pott ile H. Steinthal’i görmekteyiz. Fakat bunların fikirleri de sonraları birbirinden ayrılmıştır...


..Radloff, üniversite tahsili esnasında H.Steinthal’den ziyade A.F.Pott’un fikirlerine bağlanarak, önümüzdeki eserinde dil hadiselerini halk psikolojisiyle değil de, insanların ferdi hususiyetleriyle açıklamaya çalışmıştır.

Radloff’u şark dillerine meraklandıran hocası, daha sonra A.Castren’den önce linguistik özelliklere dayanarak Türk, Mançu, Moğol, Fin ve kuzeydeki diğer diller arasındaki akrabalığı göstermeye çalışan Wilhelm Schott olmuştur.

Bunlara Abel Rėmusat gibi ‘Tatarische Sprachen’ adını veren ve sonra da ‘Hochaslatiscih Sprachen’ tabirini teklif eden W.Schott, 1836’da ifade ettiği gibi, yaptığı araştırmanın sağlam bir zemine dayanabilmesi için daha çok çok zamana ihtiyaç olacağını müdrikti.

Böylece Radloff, W.Schott’un tesiriyle Orta Asya ve Sibirya’nın az tanınmış dillerini kendisine çalışma sahası olarak almış, Türkçe ile birlikte Moğol, Mançu ve Çin dillerini öğrendiği gibi, İbrani, Arap ve Fars derslerine devam etmiştir. Radloff bunları içerisinde bilhassa Mançu Tunguz dilleri üzerinde durarak ilerideki araştırmalarını da bu konu üzerine yöneltmeyi düşünüyordu...

Jena Üniversitesi’ne sunduğu Über den Einfluss der Religion auf die Nationalitäten und Sprachen Hochasiens’ adlı teziyle 20 Mayıs 1858 tarihinde felsefe doktoru payesini kazanıp, halk mektebi öğretmenlerinden birinin kızı olan Pauline-Auguste Fromm ile nişanlandıktan sonra, aynı yıl hocası Wb.Schott’un tavsiye mektubu ile Petersburg’a hareket etti.


1854’de Petersburg’da açılmış bulunan Vostoçnıy Fakültet’e (Şark Fakültesi’ne) Kazem-beg Şeyh Tantavi, İ.N Berezin, D.A.Chwolson, V.P Vasilyev ve Popov gibi tanınmış şahsiyetlerin de çağrılmış olması, Radloff’un Rusya’ya giderek doğu dillerini yerinde öğrenmek hususunu körükleyen hadiselerdendi.

Yakut dili gramerini yazan O.Böhtligk de o zaman Petersburg’da yaşıyordu. Bu sıralarda L.vonSchrenk idaresindeki sefer heyeti (1858) Amur civarında bulunuyor, fakat Radloff’un da iştirak etmek istediği F.B.Schmidt’in doğu seferi heyeti ise bir türlü harekete geçemiyordu.

Bunun üzerine Baron P.Meyendorff ve F.A.Schiefner gibi hamileri 1859 Mayısı’nda (tayin tarihi 14.Mayıs.1859) onu Batı Sibirya’da bulunan Barnaul şehrindeki yüksek madencilik mektebine (Barnaulskoye Visşoye Gornoye Uçilişçe) Almanca ve Latince öğretmeni olarak tayin ettirdiler.

İlk anlaşması beş yıl müddetle olup, maaşı senede 1000 ruble idi ve bundan başka, yazın yapacağı geziler için her yıl ayrıca 700 rublelik tahsisat ayrılmıştı.

İşte W.Radloff’un ilmi faaliyeti esas bundan sonra başlar. Barnaul’a gelirken henüz 22 yaşında olduğu halde, kafasında ne muazzam planlar taşıdığını sonraki senelerde yaptığı çalışmalarla ispat etti.

Radloff Sibirya’da 1859’dan 1871’e kadar 12 yıl kalmış, kışın öğretmenlik yapmış, yazları da dil, etnografya ve tarih malzemesi toplamak üzere Sibirya ve Türkistan’da yaşayan türlü Türk boyları arasında seyahat etmiştir.


Radloff bu zaman içinde (Kuznetsk havalisi madencilik müfettişi Freze’nin daveti üzerine 1859’da yaptığı ilk kısa gezi müstesna), ilk defa 1860 yazında ve son defa da 1870’de olmak üzere on defa seyahat etmiş, ancak 1864’de kesilen tahsisatı yeniden temin etmek maksadıyla Petersburg’a gitmek zorunda kaldığından gezisini tatbik edememiştir.

...Freze’nin daveti üzerine yaptığı kısa gezisinden Barnaul’a döndüğü zaman, tesadüfen orada bulunan Tomsk Valisi Ozerskiy’i ziyarete gelmiş olan Altay Türkleri mümessillerinden ibaret bir heyetle karşılaştı ve onun başkanından, kendisine söze usta birini öğretmen olarak göndermesini rica etti. Radloff, kısa zaman içinde gelen Yakob adlı bu öğretmenle bütün yaz ve kış çalışarak Altay ağzını öğrendi ve 1860’da başlayacak gezisine hazırlandı.


1860-1863 yılları yazında Altaylı, Soyon, Kazak-Kırgız, İli ve Abakan Türkleri’ni ziyaret ederek onların dilleri üzerine ve bundan başka Rus-Moğol ticareti hakkında da malzeme topladı. 1860 yazında Berlin’den yeni gelmiş olan karısının veöğretmen Yakob’un iştirakiyle yaptığı ilk gezi esnasında, 1843-1865 yıllarında misyoner Landışev ile tanışarak sonra onu kendisine öğretmen ve anmaraş edindi ve onun hayatını Proben der Volksliteratur’un 1.cildinde yayımlayarak ebedileştirdi.

1864’de tahsisatı yenilemek maksadıyla Petersburg’a gidince, P.Meyendorff ölmüş olduğundan başka hamiler aramak icabetti. Akademi üyesi Ber, onu saray nedimesi Fräulein Editha von Rahden’e takdim etmek suretiyle, bu yolda ona yeni imkanlar açtı. Radloff, E.von Rahden’in salonunda o zamanki Rusya’nın birçok münevver şahsiyetleriyle tanışmak fırsatına nail oldu. Saray nedimesi onu büyük prenses Elena Pavlovna’ya takdim etti, bu suretle tahsisat işi çabuk halledildi. Oradan Berlin ve Tirol’e seyahat ederek dinlendi ve yeni kuvvetle Barnaul’a döndü.

Radloff bu gezileri esnasında her şeyden evvel Türk boylarının dil ve halk edebiyatına ve bu meyanda halk bilgisi, arkeoloji, coğrafya, istatistik ve ekonomi sahasına ait malzeme topladı. Barnaul’da kaldığı müddet zarfında hepsi 20 adet eser neşretmekle beraber, ilk beş senede malzemesini tasnifle uğraştığından, bu müddet içinde yayınladıkları birkaç makale ile seyahati hakkındaki raporlara inhisar etmiştir. Proben der Volksliteratur der Turkischen Stämme ‘Türk boylarının halk edebiyatı denemeleri) gibi büyük eserleri ancak 1866’dan sonra çıkmaya başlamıştır (1.bölümün metin ve tercümesi 1866; 2. ve 3. bölümleri 1868 ve 1870). Bunlar ilim dünyasında geniş bir ilgiyle karşılanmış ve Dorpat Üniversitesi Radloff’a bu eserleri yüzünden fahri doktor ünvanını tevcih etmiştir. “Honoris causa pro maxima intelligentia orlentalium”.)

Radloff, 1871 yılının ilk aylarında Barnaul’dan ayrıldı ve yol üzerinde Kazan’dan geçerken birkaç gün tanınmış Rus misyoneri N.İ.İlminskiy’nin (1822-1891) evinde misafir kaldı. 15 yol Kazan ve Mısır medreselerinde tahsil etmiş olan ve Kazan’daki Rus İlahiyat Akademisi’nde profesörlük yapan İlminskiy, İdil boyu Türkleri’ni çok iyi tanıyor, bir yerliden farksız Türkçe konuşuyor ve buradaki Türk boyları arasında Hıristiyanlığı yaymak için canla başla çalışıyordu.

O zamanki Kazan Maarif Müdürü Şestakov, İlminskiy’nin evinde Radloff ile tanışarak, ona, İdil boyu Müslüman mektepleri müfettişliği vazifesini teklif etti. Bu iş, zorla Hıristiyanlaştırılmış Mazanlılar’a (Kreşinler’e) ait mektepleri idare eden İlminskiy’nin faaliyetine paralel bir çalışma teşkil edecekti.


Esas itibariyle bunu kabul eden Radloff, plan üzerinde etraflıca konuştuktan sonra Petersburg’a gitti. Şestakov da meseleyi Maarif Nazırı Graf D.A.Tolstoy’a (1823-1889) arz etti. Radloff, Prens Konstantin Nikolayeviç vasıtasıyla bu işin devlet şûrasında sıradışı görüşümesini teklif etti ve halk mektepleri üzerinde araştırma yapmak maksadıyla, Rus maarif nezaretinin emri altında tekrar Batı Avrupa’ya gitti. Radloff Berlin’de Rus maarif nazırı Tolstoy tarafından tertiplenen bir ziyafette, nazırın daveti üzerine, azınlık milletlerin mektepleri hakkında bir konuşma yaptı.

1872’de Müslüman mektepleri meselesi müspet olarak çözüldü ve böylece Radloff, Kazan bölgesi Tatar, Başkurt ve Kazak mektepleri müfettişliğine tayin edildi. O zaman Rusya’da Ruslar’dan başka milletlerin (Rus tabiriyle azınlık milletlerin) devlet tarafından idare edilen mektepleri yoktu. Türk-Tatar medreselerine, mahalli idare veya yerli zengin şahıslar tarafından bakılıyordu.

Misyoner mektepleri iç işleri vekaletine bağlı olup, maarif nazırlığı, ezilmiş milletlerin aydınlanma ve terbiyesine karşı cephe almıştı. Bundan başka, dini taassubun tesiri ve Ruslaşma korkusu yüzünden, Türk ahali kendisi de kısmen yeni usul mekteplere muhalif bulunuyordu. Bu yüzden Radloff, muallim mektepleri açmakla işe başladı. Kazan muallim mektebi ancak 12.Kasım.1876’da açılabildi.

Muallimlerin bir kısmı başta Ruslar’dan ibaretti. Önce muallim olarak Kazanlı Türkler’den ancak birkaç kişi celbedilebilmiştir ki, bunlar Veteriner Teregul (tabii ilimler için), Kazan Üniversitesi okutmanlarından Ahmer idi. Bundan başka Radloff meşhur Kazan tarihçisi Şehab ed-Din Mercanî ile de yakından tanışmış ve onun eserleri hakkında batı dünyasına bilgi vermiştir.

Mercanî, Kazan arkeoloji cemiyetine üye olan ilk imamdır ve sonraları Kazan’da Radloff tarafından açılan muallim mektebinde o da öğretmenlik yaparak İslam dini bilgisi ve tarih okutmuştur. Radloff, Kazan muallim mektebinde bilhassa tabii ilimler terdisatına önem veriyordu. İlk yıllarda buraya alınan talebeler çocuklardan değil de yetişmiş imam namzetlerinden ibaretti ve halkın şüphesini gidermek için, mektebe alınırken dini mevzulardan iyice imtihan ediliyorlardı.

Radloff, bu meyanda Müslüman kızları için de bir ilk mektep açmak istiyordu. Fakat önce hiçbir İslam kadını böyle bir mektepte muallimlik yapmayı kabul etmedi. Kızlar mektebi nihayet tahsilli bir kadının evinde açılabildiyse de, bu ilk deneme çok yaşamadı ve talebe azlığı sebep gösterilerek Rus Hükümeti tarafından kapattırıldı. (İlk senede 4 ikinci yıl 8 talebesi vardı.)

Radloff, eskimiş camilerin tamiri sırasında, Rus Hükümeti tarafından bu gibi camilerin yanında bir Rus mektebi açılmasının şart konmasına da şiddetle karşı geldi ve bu şartın, Rus mektebi yerine Müslüman mektebi açılması şeklinde değiştirilmesini talep etti. O, iki taraftan da engellerle karşılaşıyordu. Rus Hükümeti yerli halkın uyanmasını istemiyor, Müslüman ahali ise Radloff’a Rus misyoner teşkilatının bir mümessili olarak bakıyordu. Bazı mütaassıp Tatarlar’dan rüşvet alan Rus polisi, eski zihniyetli Müslümanlarla bir olarak Radloff’a karşı çalışıyordu.

Fakat bu gibi tatsız hadiseler geçici oldu. Birkaç yıl içinde İdil boyu Türkleri arasında ve az sonra Rusya içerisindeki bütün diğer Türk ülkelerinde de geniş bir medeni kalkınma gözüküyordu. Bu yolda her hareketin Radloff’un tesiriyle açıklanması doğru olmamakla beraber denebilir ki, onun tarafından girişilen faaliyet, Rusya içerisindeki Türk halklarının uyanma hareketini çabuklaştırmaya hiç şüphesiz yardım etmiştir. Türkler arasında basım ve kitabevleri, gazete ve mecmualar ve yayımlanan eserlerin sayısı gün geçtikçe arttı ve 1905’de geniş kalkınma halini aldı. Muallim birlikleri tedris usulü için yeni cereyanlar (usulü ceditçilik), Müslüman kadın birlikleri ve nihayet bütün bunların bir neticesi olarak muhtariyet veya Rusya’dan ayrılmak için tam istiklal hareketleri meydana geldi.

Radloff Kazan’da 1872’den 1884’e kadar 12 yıl kaldı ve bu esnada bilhassa pedagoji, felsefe ve genel linguistik problemleriyle uğraştı. Bu zaman içinde irili ufaklı 11 kadar eser yayımladı ki, en mühimleri şunlardı: Uçebnik nemetskago yazıyka (Almanca derslik), “Proben der Volksliteratur”un 4.bölümü (metin ve tercüme), “Bilik” (Kazan lehçesinde okuma kitabı), “Grammatika russkago yazıyka” (Tatarlar için Rusça gramer), “Phonetik der nördlichen Türk-Sprachen” v.s. Bu meyanda “Aus Sibirien” adlı eserini tab’a hazırladı ve Koman dili üzerine de bir makale yazdı.

Radloff Petersburg’ta

1881’de Berlin’de toplanan müsteşrikler kongresine iştirak ettikten sonra Radloff 1884’de Kazan’daki vazifesinden ayrıldı ve 47 yaşında iken 25 yıllık bir ilmi çalışmasına istinaden Petersburg İlimler Akademisi’nin ‘Tarih ve Eski Eserler’ kısmına üye seçildi ve oraya gidip yerleşti. Bu suretle kendisini büsbütün ilme vermek imkanını kazanmış oldu.

Aynı yıl ‘Kudatku Bilik’ (Kutadgu Bilig)’in nüshasını tetkik etmek üzere Viyana’ya, 1886’da Kırım’a, 1887’de Batı Karamları’na seyahat etti, 1891’de Petersburg Akademisi tarafından Orhon Bölgesi’nin arkeolojik tetkiki için tertiplenen heyetin başında bulundu, 1898’de yine aynı müessese tarafından tertiplenen bir heyetle Turfan’a ve 1907’de etnografya müzelerini tetkik etmek amacıyla Batı Avrupa’ya gitti.

Roma’da toplanan 12. Milletlerarası Şarkiyatçılar Kongresi’nde (1899) Radloff’un teklifiyle, merkezi Petersburg’da olmak üzere ‘Assosiation Internationale pour I’exploration archėologique et linguistique de I’Asie Centrale et de I’Extrėme Orient’ adı altında bir cemiyetin kurulmasına karar verildi ve bu iş Hamburg’da toplanan 13.. kongrede (1902) tekrar konuşularak tasdik edildi.

Radloff, Rus akademisindeki çalışmasıyla aynı zamanda daha şu vazifeleri de görüyordu: a) Rus arkeoloji cemiyetinin şarkiyat bölümü neşriyatının (Trudıy Vostoçn. Otdeleniya Imp. Russk, Arch. Obşçestva) tahrir heyetinde azalık, b) Yine aynı müessesenin etnografya bölümünde azalık, c) Sibirya’yı araştırma cemiyeti başkanlığı, d) Petersburg’da yapılacak Budist mabedi inşa komisyonu başkanlığı ve e) 20 Ocak 1894’de ölen Schrenk’in yerine 16 Mart 1894’den başlayarak akademinin etnografya müzesi müdürlüğü.

Radloff’un Petersburg’da yayımlanan eserlerinin sayısı 100’e yakındır. O burada çalışmasını modern ağızlara tahsis ettirmeyip, orta devir Türkçesi ile eski Türkçe üzerinde de büyük işler başarmıştır.

Modern lehçelerle ilgili en mühim eseri olan ‘Proben der Volksliteratur...’un son 10 cildi, Petersburg’da bulunduğu zaman yayımlanmıştır. 1859’da Barnaul’a yerleşerek metin toplamayabaşladığı zaman, ikinci büyük eseri olan ‘Versuch Wörterbuches der Türk Dialecte (Türk ağızları için sözlük denemesi)nin planını da kurmuştu. Fakat bunun ikide bir eklemelerle tamamlanması icabettiğinden, ilk fasikülü çıkıncaya kadar (1888) aradan 29 yıl geçti. Nihayet bu lûgat, her altı fasikülü bir cilt teşkil etmek üzere 26 fasikül ve 4 cilt halinde (hepsi 8161 sütun +256 sayfa) 1911’de tamamlanabildi.

1887’de ‘Das Türkische Sprachmaterial des Codex Comanicus’u ve 1890, 91, 1900, 1910 yıllarında 4 cilt halinde ‘Kudatku Bilik’in metin ve tercümesini neşretti. Bundan başka Anadolu’daki Selçuk metinleriyle de ilgileniyordu.

Onun eski Türkçe üzerindeki çalışma ve eserlerine gelince, bu mesele başlıbaşına bir tarihtir. Çin kaynaklarıyla Alâ ed-Din Cüveynî gibi bazı İslam yazarları istisna edilirse, Avrupalılar, eski Türk yazıtlarının ancak 18.yüzyılın ikinci yarısında farkına varmışlardır. Bunlardan ilk bahseden kimseler Hollandalı N.C.Wiytsen, (1641-1717) Çar 1.Petro (1672-1725) zamanında yaşamış S.U.Remezov adlı bir Rus memuru ve Poltava Savaşı’nda (1709) Ruslar’a esir düşerek Sibirya’ya sürülen İsveçli subaylardan Strahlenberg (1726-1730) olmuştur...

Radloff’un henüz okunmamış olan bu yazıtları araştırmak maksadıyla 1891’de Petersburg Akademisi tarafından tertiplenen bir sefer heyetinin başında Orhon Bölgesi’ne gitti. Bu heyette ondan başka Sçegolev, Klementz, Dubin Yadrintsev ve Levin gibi bilginler de vardı. Radloff önce bu gezi hakkında bir önhaber (...1892-93) yayımlandı ve toplanan mazemeyi iki seri halinde neşre başladı...

... Yenisey ve Orhon yazıtları hakkındaki Fin neşriyatına (1889-1892) ve Radloff tarafından yayımlanan atlasa dayanarak (1892, 93, 96, 99), Danimarkalı dil bilgini Vilhelm Thomsen de, Radloff ile yarış halinde bu yazıtların alfabesini çözmek için çalışıyordu. Thomsen 25 Kasım 1893 tarihinde eski Türk yazıtlarında kullanılan alfabenin sırlarını tamamıyla çözmeye muvaffak oldu ve araştırmalarının neticesini bir mektupla Radloff’a bildirdi. Bu keşifle ilgili Dėchiffrement de In******ions de I’Orkhon et de I’Iėnissėi, 1894 adlı 15 sayfalık broşürünü 15 Aralık 1893’te Danimarka Akademisi’ne sundu ve çözümünü gösteren bir listeyi Radloff’a da yolladı.

Bu sırada Radloff da 11 kadar işareti çözmüş olmakla beraber, bütün metni ancak 1894’da Thomsen’in anahtarını kullanmak suretiyle okuyabildi ve ilk denemesini Die alt-türkischen Inschriften der Mongolei I.Das Denkmal zu Ehren des Pirnzen Kül Tegin adı altında 1894 kasımında 35 sayfalık bir broşür halinde ancak 50 nüsha bastırarak meslektaşları arasında dağıttı.

Kısa zaman içerisinde üç fasikül halinde (Mart 1894, Mayıs 1894, Ekim 1895) Koşo Tsaydam yazıtlarını da neşretti ve bunları sonradan bir cilt halinde birleştirerek tekrar yayımladı. 1897’de bu eserlerin ‘Neue Folge’ (yeni serisi) aynı yılın aralığında Radloff ve Melioranskiy tarafından hazırlanmış Rusça tercümesi ve nihayet 1899 martında Tonyukuk yazıtlarının Zweite Folge (ikinci serisi) neşredildi.

Radloff, Uygurca el yazma metinler üzerinde ancak 1898’den sonra çalışmaya başladı. Bir yıl sonra Altuigursche Sprachproben aus Turfan, 1906’da A.Grünwedel’in seferinde bulunan Uygurca metinler ile Ein uigurischer Text aus dem XII. Jh., 1909’da Cuastuanit, Buss gebet der Manichäer 1909-1912’de altı kitap halinde Alttürkische Studien ile Uygurskie Fragmenti 1911’de Kuan-şi-im Pusar ve 1913’de Suvarnaprabbasa’nın metnini neşretti, Radloff’un ölümünden sonra Malov 1928’de Uigursche Sprachdenkmäler adı altında bir cilt halinde diğer metinleri ve 1930 yılında Suvarnaprabbasa’nın yine Radloff tarafından yapılmış olan tarcümesini yayımladı...

... Fakat onun hususi hayatı hakkında kaynaklardan pek çok bilgi edinmek mümkün değildir. Şternberg’in makalesinden öğrendiğimize göre, Almanya’daki 1848 isyanları küzüklüğünde Radloff’a büyük tesir yapmıştır. Radloff, hayatı müddetince filoloji ile birlikte bilhassa felsefe ve kalisek edebiyatı da sevmiştir.

Halen Seattle’de bulunan Prof. Dr. N.Pope’nin bana yazdığına nazaran, Radloff’un ölümünden sonra karısı Berlin’e dönmüş ve birkaç yıl sonra aynı şehirde ölmüş, biricik oğulları Aleksander ise 1930 sıralarında Paris’te mide kanserinden vefat etmiştir. Ayrıca Radloff’un iki kız çocuğu vardı.

Friedrich Wilhelm Radloff kendisi 29 Nisan (yeni takvime göre 12 Mayıs) 1918 günü Petersurg’da hayata gözlerini kapamıştır.

Radloff’un ölümünden sonra kurulan Dadlovdkiy krujok (Radloff Birliği) Barthold’un reisliği altında her ay toplanarak yıllarca ilim çalışmasını devam ettirmiştir. 1930 yılında Barthold’un ölümünden sonra bu işi A.Nsamoyloviç idare etmiş, fakat 1937’de bu birlik dağıtılarak Samoyloviç öldürülmüş ve Radloff’un da Alman casusu olduğu ileri sürülerek adının eserlerde anılması yasak edilmiştir. Son yıllarda onun adı (1953) ilmi eserlerde yine gözükmeye başlamıştır.

(W.Radloff, Sibirya’dan 1.Cilt, XIII-XXVII)

Cengiz DAĞCI kimdir?

Kırım Türklerinden edebiyatçı Cengiz Dağcı, 9 Mart 1919'da o zamanki Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Kırım Muhtar Cumhuriyeti adıyla geçen Gurzuf kasabasında doğmuştur. Aile kısa bir süre önce Kızıltaş köyüne taşındığından ,Dağcı'nın çocukluk hatıralarıyla, daha sonra edebi eserlerinin sosyal zemini teşkilindeki tesirinden olmalı ki o, kendini hep Kızıltaş'lı olarak kabul etmiştir. Babası önceleri çiftçilikle uğraşan , devrimden sonra Belediyede çalışan Emir Hüseyin Dağcı, annesi "Emir Saliler" sülalesinden Fatma Hanım'dır.

Cengiz Dağcı, İlk edebi zevkini, amcası Seyit Ömer Dağcı'nın aile içinde Ömer Seyfettin'den okuduğu hikayelerden alır. Sovyet rejiminin ilk yılları sayılan 1920'lerde uygulamaya konan(NEP) Yeni Ekonomik Politika çevresinde nisbeten problemsiz geçen yılların ardından, 1928'de başlayan Kırım'ın Ruslaştırılması ve Türklerden arındırılması politikası takib eder. Toplu Yahudi yerleşimine açılıp, özel mülkiyetin tamamen yasaklandığı bu politika sonucunda, Kırım Türkleri, Kırım'dan yıldırma taktiğiyle boşaltılmaya başlar ve aile 1931 kışında ilk defa baba Seyit Ömer Dağcı'nın bilinmeyen bir sebeple Rus askerler tarafından tutuklanışına şahit olur.

1932'de babanın hapishaneden çıkmasıyla Akmescit'e taşınan Dağcı ailesinde, Cengiz Dağcı'nın 12. Numune Mektebinde okul ve eğitim hayatı başlar. Ortaokul yıllarında yoğun bir okuma faaliyetine girişen Cengiz Dağcı'nın Abdullah Tobay (Kazan Türk Şairi) , Bekir Çobanzade, A. Bhok, Puşkin gibi şairleri okurken görürüz.

İlk eseri mahsullerini ( Kartanay ve Eçkisi, Gül ile Bülbül, Çadırdağı manzumeleri) Gençlik Dergisinde yazıp , ardından Kırım-Tatar Yazarlar Birliği'nin yayın organı olan"Edebiyat Mecmuası"na geçer, Edebiyata şiirle başlayan Cengiz Dağcı, çocukluktan gençliğe atladığı çağlarda, bir yandan çalışıp, bir yandan şiirle meşgul olurken 1938'de Akmescit'te Orta Okulu bitirip aynı yıl Kırım Pedagoji Enstitüsü'nün Tarih bölümüne kaydolur.

Pedagoji Enstitüsü'nde Dağcı'dan başka Göseve'den gelen bir genç daha vardır, bu gencin gayesi enstitüyü bitirdikten sonra, tarih sahasında doktora yapıp, Kırım Hanlıklar devrinin tarihini yazmaktır. Bu genç sayesinde Tarih'e ilgi duymaya başlayan Dağcı, bu yılların birikimiyle daha sonra "Genç Temuçin" adlı eserini kaleme alacaktır.

1938-1940 yıllarında iki yıl Pedogoji enstitüsünde eğitim gören Dağcı, 2. Dünya Harbi'nin başlayıp, askere alınmasıyla eğitim son bulacak, savaşa katılmak için cepheye gidecektir. Kırım'dan trenle odesa'ya gelen Dağcı, Odesa Askeri Okulu'nda kısa süren bir eğitimin ardından Tank Teğmeni olarar mezun olmuş, hemen aralarına gönderildiği Ukrayna cephesinde, Almanlarla-Kızılordu arasında cereyan eden savaşta 1941 Ağustosu'nda Almanlara esir düşmüştür. Hayatının üç-dört yılını,açlık, susuzluk ve soğuktan dolayı binlerce insanın öldüğü Kiravograd, oradan da Uman esir kampında geçiren Dağcı, savaşın seyrinin değişmeye başladığı 1942 yılında Alman Genelkurmay Doğu Dairesinin, gayri Rus halklarından Rus kızılordusuna karşı savaştırmak için lejyoner birlikleri kurma projesi çerçevesinde, Türkistan lejyonuna katılmıştır. Ne varki bu çabalar sonucu değiştirmeyecek, Alman ordularının, Kızılordu karşısında ünlü Stalingrad bozgununda, Dağcı yakalanacak ve Polonya'ya geçecektir. Tedavi için hastahanede yatarken, daha sonra eşi olacak olan ve hayatını değiştirecek olan hemşire Regina B. Klezesko ile tanışmaları bu yıllara rastlar.

1943-1946 yılları arasında muhtemelen hem kızılordu, hem de Almanlara karşı çete harbi veren Polonyalı vatanseverler saflarında çarpıştığı farzedilen( Kendisi bu yıllar hakkında bilgi vermiyor) Doğu, 1945'de evlendiği eşiyle birlikte önce Berlin'e, ardından 1946'da Londra'ya geçerek iltica eder. Artık bir ömür boyu yaşayacağı İngiltere hayatı başlamıştır. Savaş yıllarının bütün yıkık döküklüğü ve mahrumiyeti içinde kendine yeni bir hayat kurmaya çalışan Dağcı bir yandan geçim derdiyle uğraşırken, öte yandan da, Türk Edebiyatına kazandıracağı eserleriyle, Kırım Türklerinin, Türkistan Türklerinin Rus zulmü karşısındaki trajedilerini ölümsüzleştirecektir.

Bütün eserlerini Türkçe yazıp, Türkçe yayınlanan eserleri bazı talihsizlikler sebebiyle İngilizce'ye tercüme edilmiş ancak "onlarda insandı" romanının on sayfalık bir kısmının İngilizce yayınlanması Londra edebiyat mahvellerinde derin yankı bularak , Index dergisi yaptığı yorumunda Dağcı'yı "Dağcı en az Soljenitsin kadar büyük bir romancı olarak" tanıtmakla yetinmiştir.

Şiirle başlağıdı hayatına bir ara, (1939) gazeteciliği de ekleyen Dağcı, "Komsomolets" gazetesinde muhabir ve mülakatçı olarak çalışmış, ancak komsomol üyesi olmadığından dolayı, işine son verileceğinin söylenmesiyle Komsomol üyesi olacaktır. Komsomolets gazetesinde kendi şiirlerinin yanında, Kırım halk şiirlerini ve Kırım folkloruna ait kültürel ürünleri tanıtma ve yayımlama imkânı bulur.

1946'da geçip yerleştiği Londra'da eşi Regna hanımdan Arzu adında bir kızı olan(geçtiğimiz yıllarda eşi vefat etmiştir.) halen hayatını Londra'da devam ettirmektedir.


Cengiz Dağcı'nın memleketimizde yayınlanmış eserlerinin başlıcaları şunlardır:
Genç Temuçin, Onlarda İnsandı, Ölüm ve Korku Günleri, O Topraklar Bizimdi, Dönüş, Badem Dalına Asılı Bebekler, Üşüyen Sokak, Anneme Mektuplar, Benim Gibi Biri, (Hatıraları) Yansılar(1,2,3,,4), Ben ve İçimdeki Ben(Yansılar/5)

13 Haziran 2008 Cuma

Kırgız halkı Aytmatov için gözyaşı döküyor

Kırgız halkı, Almanya'da geçtiğimiz Salı günü hayatını kaybeden dünyaca ünlü yazar Cengiz Aytmatov için gözyaşı döküyor.

Dün akşam saatlerinde naaşı Almanya'dan getirilen Aytmatov için evinin bahçesinde kurulan çadırda yakınları taziye kabulüne başladı. Çadırın etrafına toplanan Kırgız halkının topluca ağlaması yazarın ülkede ne kadar sevildiği şeklinde yorumlandı. Kırgızistan Başbakan Birinci Yardımcısı İskenderbek Aydaraliyev'in başkanlığında oluşturulan cenaze organizasyonu yarınki resmi tören için hazırlıklarını tamamladı.


Cengiz Aytmatov için resmi cenaze töreni 14 Haziran'da Milli Filarmonya'da yapılacak. Kırgız yazarın cenaze namazı ise Ala-Too Meydanı'na kılınacak. Cengiz Aytmatov Bişkek yakınlarındaki Çon-Arık köyündeki ''Ata-Beyit'' anıt mezarında, babası Torekul Aytmatov'un yanına gömülecek.

12 Haziran 2008 Perşembe

ANA BABALARA ÖSS TAKTİKLERİ

Her ana baba çocuğunun hem okul hayatında hem de hayat okulunda başarılı olmasını ister. Onun daha mutlu, daha zengin, daha şöhretli bir insan olmasını ister. Onun hakkında herkesin övgü dolu sözler söylemesini ister.
Bir genç için kariyerin başlangıç noktası olarak ÖSS görülür.

ÖSS’yi kazanan bir öğrenci kariyerinin o zorlu yoluna artık giriş yapacaktır. Ancak ÖSS kapısından içeri girmek zannedildiği kadar kolay değildir.

KİGEM.COM olarak, okul hayatının ÖSS barajında başarılı olmanın yolları konusunda öğrencileri bilgilendirdik ve bilgilendirmeye de devam edeceğiz.

Bu yazımda ise öğrencilere değil, ana-babalara çocuklarının ÖSS’de başarılı olmalarını sağlayacak ÖSS taktiklerini vereceğim. Bu bilgiyi verme nedenimi iki başlık altında toplayabilirim:

1. ÖSS’yi kazanmak büyük bir çoğunlukla öğrenciye bağlı olabilir ancak tek taraf öğrenci değildir. Bu sınavın kazanılmasında aileye, hatta çevreye de önemli sorumluluklar düşmektedir.
2. Aileler çocuklarının başarılı olmasını istiyorlarsa, kariyerin ilk basamağı olan ÖSS’yi kazanabilmeleri için bazı fedakarlıklarda bulunmalıdır. Ana-babalar bunun içinde “Ana Babalar İçin ÖSS Taktiklerini” öğrenmelidir. Öğrenciye sadece harçlık vererek, maddi doyumunu sağlayarak başarılı olmasını sağlayamazsınız.
ANA-BABLARIN BİLMESİ VE UYGULAMASI GEREKEN ÖSS TAKTİKLERİ NELERDİR ?
1. Evde Uygun Bir Çalışma Ortamını Hazırlayın:
Çocuğunuzun evde rahatça ders çalışabilmesi için ona bir oda veya sessiz bir yer ayarlayın. Rahatça ders çalışabilmesi için maddi imkanlarda yeterliyse ÖSS’ye özel masa, sandalye, masa lambası alın. Yenilik onu motive edecektir. Çalışma odası çok sıcak ve çok soğuk olmasın.

İyi havalandırılmış ve sessiz olsun. Ders çalıştığı masada ona içecek veya yiyecek vermeyin. Bu işleri yemek masasında yapmasını sağlayın. Ders çalışmasını baltalayan kardeş terörüne engel olmaya çalışın. Onun düzenli ve sağlıklı beslenmesine özen gösterin.

2. Okul Veya Dershane İsteklerini Yerine Getirmeye Çalışın:
Okulun veya dershanenin istekleri size zor geliyorsa , çocuğunuzu bu yönde aracı olarak kullanmayın. Bu durumlardan onun yanında kesinlikle yakınmayın. Moral ve motivasyonunu bozarsınız.

Okul veya dershaneyle işbirliği içerisine girerek kendi çocuğunuza ve dolayısıyla tüm çocuklara uygun bir ders ortamı sağlamaya çalışın. Çocuğunuzun giyim ve harçlığını arkadaşlarınınkinden daha aşağı bir seviyeye düşürmeyin. Ama çok fazla harçlık vererek, atari, internet, kahvehane gibi zaman öldürücü yerlere yönelmesinin yolunu da açmayın. Öğretmenleriyle sıkı bir diyalog içerisine girerek “nasıl başarılı olabileceğinin ?” cevabını aramaya çalışın.

3. Çocuğunuzun Kaygısını Artırmayın:
ÖSS’ye girecek bir öğrenci iki tür kaygı yaşar. Bunlardan birisinin nedenleri doğaldır. Çünkü genç hayatının akışını etkileyecek, hayatının kırılma noktalarından biri olacak bir sınava hazırlanmaktadır. Ancak ikinci sebebi doğal değil, zihinseldir. “Anne,babama sınavı kazanamazsam ne diyeceğim ?”, “anne,babam çok masraf yaptı kazanamazsam onların yüzüne nasıl bakacağım ?” vb. gibi düşünceler ÖSS sınavına hazırlanan gencin kaygı seviyesinin tavan yapmasına neden olur.

Ailenin gençten sürekli bir beklenti içerisinde olması ve onu başkalarıyla kıyaslanması onun kaygı seviyeni artırmaktan başka hiçbir şeye neden olmaz. Çocuğun ders çalışması için aileler tarafından masumane olarak söylenen ;”bu kadar çalışmayla kazanamazsın...”, “bu kafayla gidersen zor kazanırsın.”,” dayının oğlu tıpı kazandı, sende bizi aman mahcup etme” gibi sözler genci teşvik etme yerine, yüksek bir kaygı içerisine girmesine ve adeta “çocuğun bloke” olmasına neden olur. Bu nedenle çocuğunuzun kaygı seviyesini artırıcı sözlerden ve davranışlardan sakının.

4. Cocuğunuzun Sınırlarını Zorlamayın:
Çoğu anne baba kendi özlemlerini, çocuklarının yakalamasını isterler. Çocuğunuzun eğer ilgi, yetenek ve azmi varsa belirli bir noktaya gelebilir. Ancak tüm çabasına rağmen sizin beklentilerinize uygun bir yere puanı yetmiyorsa onu zorlamayın. Çünkü her insanın kapasitesi yani sınırları bellidir.

O kesinlikle geri zekalı, aptal değildir. Çocuğunuzun kapasitesinin üstüne çıkmasını istemeniz onda başarısızlıktan başka hiçbir şeye neden olmaz. Şunu asla unutmayın çocuğunuzun belki sayısal zekası düşük olabilir, ama belki de sanatsal zekası yüksektir. Her çocuk bir bireydir. Ve bu bireylerin özellikleri farklıdır. O kesinlikle siz değildir. Onu o olarak kabul edin. Çocuğa yapılabilecek en büyük iyilik budur.

5. Sınavda Başarılı Olamazsa Yaşayacaklarını Cezaymış Gibi Göstermeyin:

Çocuğunuza ÖSS sınavını kazanamadığı taktirde oluşabilecekmiş gibi olumsuz bir “zihinsel çevre” çizmeyin. “Sınavı kazanamazsan askere gidersin o zaman gününü görürüsün”, “sınavı kazanamazsan seninle hiçbir kız evlenmez”, “eğer burayı kazanmayıp şu bölümü kazanırsan senden hiçbir halt olmaz” vb. cümleler onun askerliği, evliliği veya kazandığı başka bir fakültede okumayı sevmemesine neden olabilir. Hatta bu tür aile yaklaşımları çocuğun ailesini, hayatını ve yapacağı işi sevmesini engeller. En önemlisi de kendisine olan güvenini yitirmesine neden olur.

6. Sınavın Bir Araç Olduğunu Unutmayın:
Çocuğunuzun ÖSS sınavını kazanması uğruna, onunla aranızdaki sevginin ve saygının azalmasına neden olmayın. Sınavı kazanmak adına ailenin yaptığı davranışlar, sarf ettiği sözler çocuğun evden, aileden soğumasına ve hatta uzaklaşmasına neden olabilir. Şunu asla unutmayın sınav başarıya giden bir yoldur. Ancak tek yol değildir. Bir sınav uğruna çocuğunuzu kaybetmeyi ister misiniz ?

7. Kimse Kimseye Hayat Okulunu Öğretemez:

Ana-babalar çocuklarının hatalara düşmesini istemezler. Bu nedenle de onlara bazen de baskıyla da olsa düşebilecekleri hatalar konusunda sık sık ve ses tonu ayarsız bir şekilde nasihatler verirler. Aileler şunu asla unutmamalıdır; Çocuklar nasihatlere kapalıdır. Nasihat vereceğinize siz ona bir model olun.

Çocuğunuzun sigara içmesini istemiyorsanız ama siz onun yanında sık sık sigara içiyorsanız bu ona hiçte inandırıcı gelmez. Ona doğru ses tonu ve yaklaşım tarzıyla yol gösterin, mutlaka bu yoldan gideceksin diye zorlamayın. Siz ona ÖSS’yi mutlaka kazandıracak yolu veremezsiniz.

Hatalar gencin dünyayı ve bu dünyada kendi sınırlarının gücünü tanımasında oldukça önemlidir. Ancak aile zamanı geldiğinde izleme ve koruma görevinden de asla vazgeçmemelidir. Eğer siz üniversiteyi okumuşsanız ama çocuğunuz okumak istemiyorsa onu fazla zorlamayın. Onu olgun ve kararlarını verebilecek bir insan olarak görün.

8. Ailede Mutlu ve Sevgi Dolu Bir Ortam Oluşturun
Çocuklarınızın yanında asla kavga etmeyin. Aile içi huzursuzluk çocuğun ders çalışma azmini ve başarı motivasyonunu düşürür. Ailedeki anlaşmazlıklar, kavgalar ve sevgisiz ortam çorak bir toprakta yetişen ağaca benzer. Bu ağacın meyvesi ya tatsızdır, ya yenemez haldedir, yada tam anlamıyla gelişimini tamamlamamıştır. Çocuklarınız da sizin meyvelerinizdir.

Aile ortamı ise çocuğun yetiştiği topraktır. Bu toprağın suya değil sevgiye ihtiyacı vardır.
Sözlerime şu cümleyle son vermek istiyorum : “Kendi varlıklarından memnun olan gençler, iyi sonuçlara ulaşırlar ve başarılı olurlar.” ÖSS başarısı içinde bu geçerlidir. Çocuklarınız kendi varlıklarından memnun mu ? Eğer buna evet cevabını verebiliyorsanız ÖSS taktiği adına önemli bir adım atmış sayılırsınız ...

ÖSS BİRİNCİLERİNİN TAKTİKLERİ

ÖSS uzun ve zor bir maraton. Artık hazırlıklar ilkokul seviyesinde başlıyor. 2006’nın ÖSS şampiyonlarına başarının sırrını sorduk. Eminiz ki onların hikayeleri birçok öğrenciye rehber olacaktır.
‘Hiç kimse, başarı merdivenlerini elleri ceplerinde tırmanmamıştır.’ Konfiçyüs’ün bu sözünü en iyi doğrulayan kişilerin başında şüphesiz, geçen yıl üniversite sınavında dereceye girmiş öğrenciler bulunur. ÖSS şampiyonlarının başarıdaki ortak noktası; sınava hazırlanmaya lise 1’den itibaren başlamaları ve yaz tatillerinde az da olsa düzenli çalışmaya özen göstermeleri olarak özetlenebilir. Sistemin değişmesi, sınava hazırlanmaya önceden başlayan öğrenciler için bir avantaj teşkil ediyor. Okulda gördüğü dersleri günü gününe çalışan öğrenciler ÖSS’ye hazırlanırken, bu konuları tekrar ederek pekiştiriyor.

Şu günlerde yüzbinlerce öğrenci seneye bir üniversite anfisinde oturabilmek ve geleceği adına iyi bir eğitime kavuşabilmek için hayaller kuruyor. Eğer hayallerinizi gerçeğin kendisiyle yüz yüze getirmezseniz o pembe hayallerin kara bir kâbusa dönüşmesini engelleyemezsiniz. O halde tecrübelere kulak vermeli, bu yollardan geçmiş insanları dikkatle dinlemeli. Ailem dergisi olarak öğrencilere çok sıcak tecrübeler sunmak için geçen yılın ÖSS’de dereceye girmiş öğrencilerini sizlerle bir kez daha buluşturmayı düşündük. Burak Eryiğit (Söz-2 puan türünde birinci), Mert İlker Hayıroğlu (Eşit ağırlık-2 puan türünde beşinci), Ahmet Celiloğlu (Söz-2 puan türünde dördüncü), Furkan Sakar (Söz-1 puan türünde üçüncü), Yusuf Akbulut (Söz-2 puan türünde beşinci) tecrübelerini sizler için anlattı.

1. Düzenli ve planlı çalışma başarıya ulaştırır

Furkan Sakar, lise 1’in başında çalışmaya başladığını ve okuldan eve geldiğinde her gün dört saat çalıştığını söylüyor. “Fırsat buldukça okulda test çözüyordum. Lise 1 ve 2’nci sınıfın yazında okulda gördüğüm konuları içeren kitapları bitirdim. Lise 3. sınıfta tempom yoğunlaştı.” diyen Sakar, şubat tatili gibi okulun olmadığı zamanları bir fırsat olarak değerlendirip, daha yoğun çalıştığını anlatıyor. Furkan bu arada okuldaki sınavlara da önem verdiğini ve ortaöğretim notunu da yüksek tutmaya çalıştığını anlatıyor. Okul sınavlarına çalıştıktan sonra o konularla ilgili test çözülmesi ise Furkan’ın tavsiyelerinden.


2. Hedef belirlemek motivasyonu artırıyor

Bu yoğun tempo içerisinde motivasyonlarını dengede tutmalarının tek bir formülü var: Kısa ve uzun vadeli hedeflere sahip olmaları. Mert İlker Hayıroğlu, bu durumu, “Motivasyonumu koruyabilmek için hep bir sonraki deneme sınavına yönelik çalışırdım. Hedef belirlerdim.” şeklinde özetliyor.


3. TV ve bilgisayar, ders çalışmayı engeller

Ders çalışmayı, televizyon ve bilgisayarla vakit geçirmeye tercih etmeleri, başarıya ulaştıran bir diğer faktör. Burak Eryiğit, televizyon izlemeye sekizinci sınıftayken sınır koyduğunu ve bu sınırı aşmamaya özen gösterdiğini vurguluyor.


4. Düzenli hayat ve uyku çok önemli

Sınava hazırlanırken düzenli bir yaşam sürdürmeye dikkat edilmesi gerektiğinin altını çizen Ahmet Celiloğlu, uyku bozuklukları ve düzensizlikler, bilgisayar ve televizyon gibi ilgiyi dağıtacak unsurları başarısızlığın temel nedenleri olarak özetliyor. Sınava hazırlandığı dönemde 6-7 saatlik düzenli uyumaya dikkat ettiğini vurguluyor.


5. Özel taktikler her zaman işe yarar

Burak Eryiğit, “Sınava en iyi olduğum dersten başladım. Saatimi çıkartıp, masaya koydum. Hangi derse ne kadar vakit ayıracağımı sınavdan önce girdiğim denemelerde tespit etmiştim. Herhangi bir testte süreyi daha az kullanırsam, not alır, başka bir testte bu süreyi değerlendirirdim. Sorular beni oyalar ve süreyi fazla kullanırsam, yine not alır, diğer testte hızlanırdım. Adaylar alternatif üretebilmeli ve sınavda uygulayacakları taktikleri deneme sınavlarında belirlemelidir.” diye konuşuyor.


6. Bedeninizden çok zihninizi dinlendirin

Dinlenme vakitlerini verimli bir şekilde geçirmeleri, bu vakitlerde bedenlerinden çok zihinlerini dinlendirmeye dikkat etmeleri şampiyonların bir başka ortak noktası. Yusuf Akbulut, dinlenme vakitlerini nasıl geçirdiğini şu cümlelerle özetliyor: “Arkadaşlarla rahatlatıcı sohbetler yapardık.”

Burak Eryiğit, güncellenen bilgilerin hatırlanacağına dikkat çekiyor ve devam ediyor: “Dinlenirken yaptığımız sohbetlerde, edebiyat dersindeki eserleri ve yazarlarını birbirimize sorardık. Böylece hem ders eğlenceli hale gelirdi hem de tekrar ettiğimiz için unutmazdık.”


7. Başarının formülü yüzyıllardır aynı

Şampiyonlara ‘başarının formülü nedir?’ diye sorduğumuzda Burak Eryiğit, “Başarı konusunda hep aynı şeyler söylendi; çünkü başarının çalışmak dışında bir formülü yok.” şeklinde cevap veriyor.

Furkan Sakar, başarının formülünü düzenli ve disiplinli çalışma, dershaneye giderek bir uzmandan destek alma ve kötü alışkanlıkların terk edilmesi olarak özetliyor.

Mert İlker Hayıroğlu’na göre, başarılı olmada düzenli çalışmanın yanında dikkat ve diğer adaylarla rekabet önemli bir rol oynuyor.

Ahmet Celiloğlu ve Yusuf Akbulut, başarı konusunda aynı formülü vurguluyor: “Düzenli çalışma, ümitvar olma, iyi bir arkadaş ve aile ortamı, başarının olmazsa olmazları.”


8. Heyecan normal; ama aşırı kaygı yanlışı artırır

Yüksek derecede kaygı taşıyan adaylar, sınavda bildikleri sorularda bile yanlış yapabiliyorlar.

Kaygıyı doğal bir süreç olarak gören Burak Eryiğit, sözlerine şöyle devam ediyor: “Heyecan mutlaka olur. Önemli olan heyecanı ne kadar hızlı atabildiğinizdir. Deneme sınavlarına ÖSS’ye giriyormuş gibi girer ve yapmanız gerekenleri yaptığınıza inanırsanız, heyecanı üzerinizden daha çabuk atarsınız.”

Yusuf Akbulut; ilk 15 dakikada heyecanlandığını; ama daha sonra heyecanını yendiğini söylüyor.

Furkan Sakar’ın matematikteki bir soruyu bölme işlemini yapmayı unuttuğu için kaçırdığını anlatması; heyecanın tüm adaylar için doğal bir durum olduğunu, konuları bilen öğrencilerin heyecandan kaynaklanan hataları daha az yaptığını gösteriyor.


9. Denemeler, gerçek sınava hazırlar

Mert İlker Hayıroğlu: “Sınava girdiğimde içim rahattı. Çünkü elimden geleni yapmıştım. Bu nedenle kaygım orta düzeydeydi. Soruları çözerken her şıkka değer verirdim.”

Furkan Sakar: “Deneme sınavlarında farklı taktikler kullanarak, en doğru taktiği belirledim. Yapamadığım sorulara takılmayarak, boş bırakıyor, sonra dönüp bakıyordum. Sınavı alıştığım şekilde çözdüm. Farklı taktik denemedim.”

Yusuf Akbulut: “Deneme sınavlarını ÖSS’ye basamak olarak görüyor, sınav sonunda eksiklerimi tespit ederek, yeni taktikler geliştiriyordum.”

Ahmet Celiloğlu: “Sınavda amacım çözebildiğim en fazla soruyu çözmekti. Bu nedenle yıl içinde deneme sınavlarından erken çıkmayarak, tüm vaktimi değerlendirirdim.

Sözel ve sayısal derslere farklı tekniklerle çalıştığını vurgulayan Burak Eryiğit, sözel derslerde belli aralıklarla konu tekrarı yapmaya özen gösterdiğini, sayısal derslerde ise daha çok soru çözmeye yöneldiğini belirtiyor. Ahmet Celiloğlu, sözel dersleri tarihsel bağlamı içinde öğrenmenin unutmayı azalttığını vurguluyor.


10. Başarı için fedakârlık şart


Furkan Sakar, bilgisayara meraklı olduğunu; ancak sınava hazırlanırken yalnızca bilgisayar oyunlarını biriktirdiğini anlatıyor. Sınavdan sonra onlarla oynayacağını düşünerek teselli olduğunu söylüyor. Bu fedakârlığı onun, Boğaziçi Bilgisayar Mühendisliği’ne girmesini sağlamış.


11. Not tutmak, bilgilerin kalıcılığını artırıyor

Başarılı olmasında not tutmasının önemli bir rolü olduğunu söyleyen Furkan Sakar ve konu anlatımlarına özel bir önem vererek, çözümlü sorularada çalıştığını vurgulayan Yusuf Akbulut’un görüşleri birbirini destekler nitelikte.

Mert İlker Hayıroğlu’nun adaylara tavsiyeleri: “Ellerinden geleni yapsınlar. Sınava vicdanları rahat girsinler. Özellikle lise bir ve lise ikinci sınıftaki adaylar, dersleri ne kadar öğrenirsek kar diye düşünsünler.” şeklinde.


12. Ümitsizliğe düşmeyin, aradaki farkı kapatabilirsiniz

Yusuf Akbulut bu konuda, “Henüz vakit var. Çözdükleri sorular iyi nitelikte olursa, verimleri artar. Soru sayısının yanı sıra kaynakların niteliği önemli.” diyor. Ahmet Celiloğlu, adayların sınavlarda çözemedikleri sorulara geniş kapsamlı bakarak konuya çalıştıklarında başarılı olacakları kanaatinde. Burak Eryiğit, çalışmaya geç başlayan adayların temposunu yüksek tutarak aradaki farkı kapatabileceklerini ifade ediyor. Furkan Sakar, adaylara bundan sonra kalan süreyi çalışarak ve test çözerek geçirmelerini tavsiye ediyor. Adayların vakit ayıramadıkları hobilerine, sınavdan sonra vakit ayırabileceklerini vurguluyor.


13. Sınavı kazanmadan tercih yapamayacağınızı unutmayın

Şampiyonlar tercihlerini yıl içinde düşünerek vakit kaybetmediklerini, hedeflerini belirledikten sonra ellerinden geleni yapmak için gayret sarf ettiklerini söylüyorlar. Yusuf Akbulut, “Sınavdaki derecesinden çok her üniversiteyi ve her bölümü yazabilecek olmama sevindim.” diyor

--------------------------------------------------------------------------------

mehmetakifm04-28-2007, 09:29 PM
ÖSS şampiyonlarının sınava hazırlanırken yaşadıkları olaylar


BURAK ERYİĞİT:
Uykum geldiğinde rakiplerimi hatırlardım

Lise üçüncü sınıfın başında, bir deneme sınavında süreyi iyi kullanamadım. Geometride bir soruda takıldım, yapamadığım halde soruyu atlayamadım. Soruyu çözdüğümde sınavın bitimine beş dakika kalmıştı. Bu tecrübeyi bir uyarı olarak zihnime yazdım, bir daha takılmadım. Sınava hazırlanırken uykum geldiğinde ya da çalışmak istemediğimde, rakiplerimi hatırlar ve bu isteğimden vazgeçerdim.
(Söz-2 puan türünde birinci)
Bilkent Üniversitesi Hukuk Fak. (İngilizce)

***

FURKAN SAKAR:
ÖSYM bahanelere değil, puanlara bakıyor

Sınav sırasında, heyecanlanan bir aday bağırdı. O anda ÖSYM’nin bizim bahanelerimize değil, puanlarımıza bakacağını düşündüm. Sınava hazırlık sürecinde; bol bol deneme sınavı çözmemin başarımdaki etkisi de yadsınamaz. Bu nedenle periyodik sesler dışında dikkatim dağılmadı.
(Söz-1 puan türünde üçüncü)
Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği (İngilizce)

***

AHMET CELİLOĞLU
Düzenli çalışmam önemliydi

ODTÜ işletmeyi bırakarak, yeniden sınava girdim. Sınav sisteminin değişmesi, liseden itibaren düzenli çalışan adayların derece yapmasına imkân sağladı.
(Söz-2 puan türünde dördüncü)
Sabancı Ünv. Politik Sosyal Bilimler (İngilizce)

***

YUSUF AKBULUT:
Şakalaşırken ne olduğunu öğrendim

Sınava çalışmayı iki gün önce bıraktım. Arkadaşlarla şakalaşırken, bir arkadaş diğerine ‘pragmatik’ dedi. Kelimenin anlamını bilmiyordum. Kullanan arkadaşa sorduğumda ‘faydacı’ anlamına geldiğini söyledi. Sınavda felsefe testinde, bu kelimenin anlamına dair bir soru çıktı.
(Söz-2 puan türünde beşinci)
Boğaziçi Ünv. Siyasal Bilgiler ve Uluslararası İlişkiler (İngilizce)


***

MERT İLKER HAYIROĞLU:İrademi kullandım, bilgisayarı odamdan çıkardım

Lise son sınıftayken, odamdaki bilgisayarı söktüm. Odamda durduğu sürece, bilgisayarı kullanmak istiyordum. İrademi kullandım ve odamda çalışmamı engelleyecek hiçbir unsur bırakmadım.
(Eşit ağırlık-2 puan türünde beşinci)
Hacettepe TMert İlker Hayıroğlu’nun babası Hasan Ali Hayıroğlu; çocuklarının çalışma alışkanlığı kazanmasında, evdeki düzenin etkili olduğunu vurguluyor. Uyku, yemek ve sosyal faaliyetlerin evde belirli saatlerde gerçekleştirildiğinin altını çiziyor. Çocuklarının fikirlerine saygı göstererek, ortak paydalar bulduklarını ifade ediyor.

Ailelerin en büyük hatasının, çocuklarının sorunlarıyla ilgilenmeme olduğunu söylüyor. Sıkı kontrol ve hoşgörünün çocuk eğitiminde önemli olduğunu söylüyor.

Mert İlker Hayıroğlu’nun annesi Sibel Hanım ise; oğlunun eğitim hayatı boyunca öğretmenleriyle sürekli irtibat halinde bulunduğunu, arkadaş çevresine dikkat ettiğini ifade ediyor. Okuldan eve geldiğinde evde bulunmaya özen gösterdiğini söylüyor.

Hayıroğlu’nun anne ve babası; çocuklarının, kötü alışkanlıklara yönelmemesi için spora yönlendirdiklerini, mevcut enerjisini bu yolla değerlendirdiklerini söylüyor.

Furkan Sakar’ın annesi Pervin Hanım, oğlunun sınava hazırlandığı dönem boyunca misafirlikler ve gece gezmelerinden vazgeçtiklerini anlatıyor.

Baba Fikret Sakar; çocuklarından bağımsız, kendilerine ait bir hayat yaşamadıklarını, birçok konuda fedakârlıkta bulunduklarını dile getiriyor.ıp Fakültesi (İngilizce)

10 Haziran 2008 Salı

Devlet Tiyatroları Türkiye’yi dolaşacak


Devlet Tiyatroları, “Hiçbir Yeri Unutmadık” sloganı ile yaz sezonunda, 29 değişik oyunuyla, 81 il, 196 ilçe ve 10 köye turne düzenleyecek.

Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürü Velettin Birsöz, yaptığı yazılı açıklamada, Devlet Tiyatroları’nın, “Hiçbir Yeri Unutmadık” projesinin amacının, Türk Tiyatro Sanatı’nın gelişmesini, ilerlemesini, yaygınlaştırılmasını sağlamak, halkın dil ve kültür eğitimini, yurt sevgisini, görsel ve bilimsel olarak yükseltmek olduğunu belirtti.

Birsöz, yurt içinde ve yurt dışında festival ve turneler düzenleyerek kültür faaliyetlerini dünya çapında yaygınlaştırmak amacıyla kurulan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nün proje kapsamında yaz sezonu boyunca 81 il, 196 ilçe ve 10 köyde 29 değişik oyun sahneleyeceğini kaydetti.

Turne programı çerçevesinde Ankara Devlet Tiyatrosunca hazırlanan “Yunus Dürür Benim Adım” adlı tiyatro oyununun Nevşehir’de 10 Haziranda Nevşehir Belediyesi Kapadokya Kültür ve Sanat Merkezi’nde sahneleneceğini ifade eden Birsöz, tiyatro gösterisi için biletlerin 4 YTL’den satılacağını bildirdi.

Meclis Dilimize Sahip Çıkıyor

Meclis, Türkçe’deki bozulmaya karşı eğitim ve yasal düzenlemeye gidilmesini istedi. Önerilerin arasında ‘Eurovision’a Türkçe şarkıyla girilmesi’, ‘Bilgisayar oyunlarının Türkçe olması’, ‘F klavyenin yaygınlaştırıması’ da yer alıyor

ANKARA - TBMM’de Türkçe’nin korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu oluşturuldu. Komisyonun hazırladığı taslak raporu birbirinden ilginç öneriler içeriyor. Önümüzdeki hafta son şekli verilerek TBMM Başkanlığı’na sunulması beklenen raporda, hayatın hemen her alanıyla ilgili çözüm önerileri yer aldı. Bazıları şöyle:

Türkçe mülakat: Öğretmen yetiştiren fakültelerin programlarına uygulamalı güzel yazı, güzel konuşma ve yazma ile hitabet dersleri konulmalı. Kamu Personeli Seçme Sınavı’nda başarılı olan öğretmen adayları Türkçe yeterlilik açısından mülakata tabi tutulmalı.
Türkçe konuşan oyuncak: MEB denetiminde okul öncesi çocuklarının dil eğitimi için hazırlanan oyuncakların Türkçe olması ve oyuncak isimlerinin Türkçeleştirilmesi temin edilmeli.

Türkçe çizgi film, oyun: Çocukların kendi kültürünü tanımalarını ve sevmelerini sağlamak amacıyla Nasrettin Hoca, Deli Dumrul, Keloğlan gibi kendi kahramanlarımızla ilgili çizgi film ve programlar hazırlanmalı. Günümüz konularını işleyen yeni kahramanların oluşturulması temin edilmeli. 3-5 yaşındaki çocukların oynadığı bilgisayar oyunları ve kahramanları Türkleştirilmeli.

Zorunlu olmalı:?Türkçe?ile Türk dili ve edebiyatı derslerinde kurul kararı, afla geçme kaldırılmalı.

Bilim dili olmalı: Üniversitelerde Türkçe eğitim dili olmalı ve bütün tezler Türkçe yapılmalı. Yabancı dilde eğitime üstünlük sağlayan yüksek öğretim kurumlarıyla ilgili yönetmelikler

Türkçenin lehine değiştirilmeli
Basın yayın: Basın yayın kuruluşlarında ‘Dil Denetleme Kurulları’ oluşturulmalı. Görev yapacak yönetmen, haber müdürleri ve program yapımcıları da Türkçe yeterlilik belgesine sahip kişilerden oluşmalı. Spor Yazarları Derneği, üyelerine belirli aralıklarla dille ilgili seminerler vermeli. Yerli sermaye ile kurulan televizyon isimleri Türkçe değilse yayın yapma izni verilmemeli. TRT, yabancı dille yarışma programları düzenlememeli.

Reklamlara dikkat: Reklamlarda dil bilgisi kurallarına aykırı dil kullanılmamalı, yabancı kökenli kelime ve adlara yer verimemeli.

Türkçe beste: Ülkemiz Eurovision şarkı yarışması gibi uluslararası yarışmalara Türkçe eserle katılmalı. Televizyonlarda şarkı ve türkülerimiz altyazı ile sunulmalı.

Türkçe isimler: Türkçe alfabede bulunmayan harfler ve işaretler işyeri adlarında yer almamalı. Mahalle, sokak, park ve binalara Türkçe ad verilmeli. Yabancı tabelalara yüksek vergi getirilmeli, Türkçe tebelalara ise kolaylıklar sağlanmalı.

F klavye: Kamu kurum ve kuruluşları başta olmak üzere F klavye yaygınlaştırılmalı.

Nota verilmeli: Dışişleri Bakanlığı, BM nezdinde Türkçe’nin resmi dil olarak kabulü konusunda girişimlerde bulunmalı. Türkçe’yi küçümseme, konuşulmasını yasaklama gibi saygısızlıkta bulunanlar Dışişleri Bakanlığı tarafından hemen bir nota ile uyarılmalı.

Türk Dünyası Çocuk Şenliği


Başkanlığını Prof. Dr. Turan Yazgan'ın yaptığı Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Türk Dünyası için çok önemli bir etkinliğin 14.sünü gerçekleştiriyor: Türk Dünyası Çocuk Şenliği.
Şenlik yürüyüşü İstanbul Kadıköy'de büyük bir coşku içerisinde yapıldı. Sögütlüçeşme Caddesi üzerinde toplanan 32 Türk Cumhuriyeti'nden 44 grup, yöresel kıyafetleri ve bayraklarıyla İskele Meydanı'na doğru yürüyüşe geçti. 21 Mayıs- 15 Haziran tarihlerinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün himayesinde yapılan şölenin asıl etkinliği 4 Haziran'da Beşiktaş İnönü Stadyumu'nda gerçekleşecek. Şölenin açılışını, TBMM Başkanı Köksal Toptan yapacak.

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı internet sitesi www.turan.org da yer alan Türk Dünyası Çocuk Şenliği ile ilgili açıklama:

Türk Dünyası'nın geleceği olan çocuklarımızı tabiki unutmadık. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin düzenlemiş olduğu 23 Nisan çocuk şenliğine, Birleşmiş Milletler'e üye devlet olmadığı için katılamayan Türk Dünyası çocukları bunun burukluğunu, acısını, boynu büküklüğünü yaşıyorlardı. "Biz çocuk değil miyiz?" sorularına cevap bulamıyorduk. Bu sebepten dolayı, Türk Dünyası çocuklarına yönelik bir şölen düzenleme kararı verdik. Bu kararı verirken kesinlikle 23 Nisan çocuk şenliğine alternatif olma gayesi güdülmemiştir.

Amacımız;Türk Dünyası çocuklarının tanışma, kaynaşma, birbirlerini tanıma, Türk aile yapısını tanıma, Türk insanını, müzelerimizi, saraylarımızı ve Sovyet rejiminin kendilerine öğrettiği "geri, pis, barbar, görgüsüz Türk" imajını yok etmek, gerçek Türk insanının, misafirperverliğini öğretmek; ülkelerine döndüklerinde gördüklerini anlatabilme şuurunu yerleştirmektir. İlki Mayıs 1995 tarihinde gerçekleştirilen "Türk Dünyası Çocuk Şöleni", o tarihten itibaren geleneksel hale getirilmiş ve 1999 yılında 5'incisi düzenlenmiştir. Düzenlendiği tarihten itibaren 2000 çocuk bu şölene katılmış, ortalama 2000 aileye misafir olmuşlardır. Bu çocukların misafir oldukları ailelerde gördükleri ilgi neticesinde, ülkelerine döndüklerinde Türkiye'yi hatırlamamaları, aileleri unutmaları mümkün mü? Rakamlar dikkate alındığında; yapılan faaliyetin büyüklüğü ve amaca ne kadar yaklaşıldığı açıkça görülmektedir. Burada şunu da zikretmeden geçemeyeceğiz: Şölene katılan çocukları misafir etmek isteyen okulların ve ailelerin nasıl büyük bir coşkuyla, sevgiyle, heyecanla bizleri aramaları, ricaları ve misafir ettikleri çocukları ülkelerine gönderirken ortaya çıkan tablo, yapılan faaliyetin ne derece olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Tabii ki bu faaliyeti yalnız başımıza gerçekleştirmemiz mümkün değildir. Şölenimizde bize yardımcı olan İstanbul Valiliğimiz, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğümüz, okullarımız ve misafir çocukları kendi çocuklarından ayrı tutmayarak, her türlü fedakârlığı gösteren ailelere de sonsuz teşekkürlerimizi sunarız.

7 Haziran 2008 Cumartesi

OKS öncesi son taktikler

Fen, Anadolu ve Sosyal Bilimler liseleri, Polis Koleji ve özel okullarda okumak isteyen öğrencilere yönelik olarak son kez düzenlenecek Ortaöğretim Kurumları Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavı (OKS) yarın yapılacak.
Sınav, yurt içinde tüm iller ve bazı ilçeler ile yurt dışında 8 şehirde olmak üzere toplam 247 merkezde toplam 2 bin 842 binada, 49 bin 430 salonda gerçekleştirilecek. Sınav saat 10.00'da başlayacak ve tek oturumda 120 dakika sürecek. Sınavda adaylara matematik, fen bilgisi, sosyal bilgiler ve Türkçe alanında çoktan seçmeli test uygulanacak.

Sınavda, 468 bin 905 erkek, 444 bin 707 kız toplam 913 bin 612 aday ter dökecek. Sınava 1899 engelli aday katılacak.

Adayların sınav salonuna gelirken yanlarında, sınav giriş ve kimlik belgesinin yanı sıra en az 2 adet koyu siyah ve yumuşak kurşun kalem, yumuşak ve leke bırakmayan silgi ve bir kalemtıraş bulundurmaları gerekiyor.

-KIYAFET-

OKS kılavuzunda yer alan kurallara göre adaylar başı açık, temiz, düzenli ve aşırılığa kaçmayan bir kıyafetle sınava girecekler.

Kimlik kontrolleri ve salonlara yerleştirmenin zamanında yapılabilmesi için adaylar, en geç saat 09.30'da sınava girecekleri okulda hazır bulunacaklar.

Adaylar kimlik kontrolleri yapılarak salona alınacaklar. Salona yerleştirme işlemleri tamamlandıktan sonra salon başkanı sınavda uyulacak kuralları adaylara hatırlatacak ve cevap kağıtları dağıtılacak. Adayların, cevap kağıtlarındaki bilgilerin kendilerine ait olup olmadığını kontrol etmeleri, kendilerine ait değilse değiştirilmesi için salon başkanına başvurmaları gerekiyor. Adayların ayrıca dağıtılan soru kitapçıklarının sayfalarında eksik veya hatalı baskı olup olmadığını kontrol etmeleri isteniyor. Eksik veya hata tespit edildiğinde soru kitapçıkları değiştirilecek. Adaylar soru kitapçıklarının üzerindeki ilgili yerleri dolduracaklar.

Sınavda, ''A'' ve ''B'' olmak üzere iki adet soru kitapçığı kullanılacak. Her iki tür soru kitapçığında da aynı sorular bulunacak, ancak soru numaraları farklı olacak. Adayların sınava başlamadan önce mutlaka kendilerine verilen soru kitapçığının türünü cevap kağıdına işaretlemeleri gerekiyor. Soru kitapçığının yanlış işaretlenmesi veya boş bırakılması halinde adayın sınavı geçersiz sayılacak.

-YASAKLAR-

Sınav başladıktan sonra 30 dakika içinde gelen adaylar salona alınacak. Sınav başladıktan sonra adaylar ilk 60 dakika içinde sınav salonundan çıkamayacaklar.

Adaylardan birinin sınavının devam etmesi durumunda sınav bitimine 15 dakika kala salonda engelli adaylar hariç en az iki aday sınıfta tutulacak.

Adaylar, sınava gelirken yanlarında çağrı cihazı, telsiz, cep telefonu gibi haberleşme araçları, cep bilgisayarı, her türlü bilgisayar özelliği bulunan cihazlar, saat fonksiyonu dışında özellikleri bulunan saatler, müsvedde kağıdı, defter, kitap, sözlük, hesap cetveli ve benzeri araçlar bulunduramayacak.

Adaylar, sorulara verdikleri cevapları alamayacak, aksi halde bu adayların sınavı geçersiz sayılacak. Sınav sonunda adaylar cevap kağıtlarını ve soru kitapçıklarını görevlilere teslim edecekler.

Görme ve işitme engelli adaylara sınavda 30 dakika ek süre verilecek. Üst bedenini kullanamayan ya da kullanmakta zorluk çeken adaylara sınav görevlilerinden bir öğretmen, yazman olarak yardımcı olacak ya da adaya sınavda 30 dakika ek süre verilecek.

Sınav sonuçları 11 Temmuzda açıklanacak

5 Haziran 2008 Perşembe

TÜRKÇE NASIL DOĞRU YAZILIR?



TÜRKÇEMİZİ GÜZEL KONUŞUP YAZMAMIZ İÇİN BAZI KURALLAR:
(http://www.edebiyatturk.com sitesinden alıntıdır. Hiçbir değişiklik yapılmamıştır.

Nasıl yazacağım?

Yazmaya başlarken bunu sorarız kendi kendimize. Çok basit kurallar, iyi yazmanızı sağlar. En azından yazdıklarınızın iyi görünmesini, iyi okunmasını sağlar. Bu iyi okunma ve görünme, kuşkusuz içerikle ilgili değil. Burada kastedilen biçimsellik. Yazarken biçimle ilgili uymamız gereken belli başlı bazı kurallar var. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

BUNLARI YAPIN

* Mutlaka sık sık paragraf yapın!
Paragrafsız bir yazı upuzun ve ürkütücü bir duvara benzer. Böyle bir duvarı kimse görmek istemez. Yazınızı da kimse okumak istemez.

* Her noktalama işaretinden sonra, (yani virgül, nokta, üst üste iki nokta, soru ve ünlem işaretleri gibi) bir boşluk (yani espas) bırakın.
Bunu yapmazsanız cümleleriniz ve sözcükleriniz karmakarışık bir koyun sürüsüne benzer. Hiç birini diğerinden ayıramazsınız.

* Ne kadar sade yazarsanız o kadar güzel görüneceğinden emin olun!
Yani mümkün olduğu kadar az noktalama işareti kullanın. Gereksiz tırnaklardan, parantezlerden, çizgilerden, şapkalardan kaçının. Noktalama işaretlerini sadece gerektiğinde ve zorunlu olduğunuzda kullanın ki onların da kıymeti bilinsin.

* İmla kurallarına mutlaka uyun. O kurallar dilin birliğini ve düzenini sağlar.
Yazdıklarınızın okuyan herkes tarafından anlaşılmasını sağlar. Bilmediğiniz bir imla kuralı olursa diye, yanınızda bir “imla kılavuzu” bulundurmanız sizi küçük düşürmez.

* Kısa cümleler okunma açısından büyük avantaj sağlar.
Tamam, uzun cümleler kurup ne kadar usta yazar olduğunuzu göstermek isteyebilirsiniz. Ama art arda sıralanmış onlarca sözcüğün insan beynine anlamlı bir mesaj göndermesi, birkaç sözcüğün göndermesinden daha zordur.

* Artık çoğumuz bilgisayarlarda, klavyeleri kullanarak yazıyoruz. Yazı büyüklüğünüzün (yani punto) ve yazı karakterinizin (yani font), kullandığınız dile uygun olmasına özen gösterin.
Çok küçük de olmasınlar, çok büyük de. Unutmayın yazınız binlerce bilgisayarda açılacak. Her yerde aynı düzenlilikte görünmesi, sık kullanılan yazı tipleri (font) ve normal ölçülerde bir punto seçmenizle mümkün olabilir.

* Boşluklar çok önemlidir.
Yukarıda her noktalama işaretinden sonra boşluk bırakmanız önerildi. Yazınızın bütününün biçimsel olarak sıcak görünmesi için, yanlardan, alt ve üstten de uygun boşluklar bırakmalısınız. Derli toplu bir görüntü, karmaşa karşısından her zaman avantajlıdır.

Yazıda bazı durumlarda başlık (yani belirleyici, vurgulayıcı sözcük ya da sözcükler) kullanırız. Bunların dikkat çekmesi için yazının bütününden farklı bir font ve punto ile yazılmaları gerekir.




DOĞRU SÖZCÜKLER

İmla kurallarına mutlaka uymalısınız.
Türkçede bazı sözcükler söylenişlerindeki kolaylık ve alışkanlığın yazı diline de yansıması sonucu yanlış yazılıyor. Bunları yaparsanız, yazınızı okuyan sizin için “acemi” diye düşünür.

“Acemi” bir yazar olarak adlandırılmamak için şu sözcüklerin yazılışına mutlaka dikkat edin:

Yanlız değil yalnız yazmalısınız

Yalnış değil yanlış yazmalısınız

Çünki değil çünkü yazmalısınız

Herkez değil herkes yazmalısınız

Kurdela değil kurdele yazmalısınız

Meyva değil meyve yazmalısınız

Makina değil makine yazmalısınız

Sarımsak değil sarmısak yazmalısınız (Kaynak TDK Türkçe Sözlük)

Fasulya değil fasulye yazmalısınız

Ambülans değil ambulans yazmalısınız

Akedemi değil akademi yazmalısınız

Deklerasyon değil deklarasyon

Papuç değil pabuç yazmalısınız

Otobos değil otobüs yazmalısınız

Orjinal değil orijinal yazmalısınız

Konservatuar değil konservatuvar yazmalısınız

Alimünyum ya da aliminyum değil alüminyum yazmalısınız

Sovan değil soğan yazmalısınız

Kapora değil kaparo yazmalısınız

Prosedir değil prosedür yazmalısınız

Traş ve heykeltraş değil tıraş ve heykeltıraş yazmalısınız

Dokuman değil doküman yazmalısınız

Labaratuvar veya labaratuar değil laboratuvar yazmalısınız

Acenta değil acente yazmalısınız.


ESPAS

İmla kurallarımızın en çok ihlal edilenlerinden ya da yanlış kullanılanlarından biri ayrı yazılması gereken eklerin bir türlü yazılmamasıdır. Dahi (üsteleme) anlamına gelen de’ler, da’lar ve ki’ler kullanıldıkları sözcükten bir boşlukla (espas) ayrılır. Yani “Ben de geleceğim” yazmalısınız. “Bende geleceğim” yazarsanız yanlış olur. “Ben de” deki bu de eki dahi anlamındadır. “Öyle sevdim ki, kimse inanamadı” yazmalısınız. “Öyle sevdimki kimse inanamadı” yazarsanız yanlış olur.

Soru ekleri de bağlı oldukları sözcükten bir boşlukla ayrılır. Bu ekler mi, mı, mu şeklinde olabilir. Yani şöyle: “Ben de geleyim mi?” Burada “mi” bir soru ekidir. Yapayım mı, seveyim mi… Gibi…

ÜNLÜ VE ÜNSÜZLER

Türkçede bazı harflere ünlü, bazılarına ünsüz denir. Sesli ve sessiz harfler tanımı da kullanılır.

Sesli harfler a, e, i, ı, o, ö, u, ü’dür. Sessiz harfler ise kalan 21 harf. Sessiz harfler kendi aralarında “sert” ve “yumuşak sessiz” olarak ayrılırlar. f, ç, h, p, k, s, ş, t sert sessiz harflerdir. Kalan sessizler ise “yumuşak sessiz”. Sert sessizlerle biten sözcüklere bir ek yapılacaksa, bu ek de mutlaka sert sesiz bir harfle başlamak zorundadır. Örneğin “otobüsdeki” sözcüğü yanlıştır. Çünkü otobüs’ün son harfi s sert sessizdir. Bu nedenle de ekinin “te” şeklinde kullanılması gerekir. Yani doğrusu “otobüsteki”.

Peki, sert ve yumuşak sessizleri nasıl ayıracağız? Kullanabileceğiniz en basit yöntem “FISTIKÇI ŞAHAP” yöntemidir. Bu iki sözcükteki sesli harfleri çıkarın. Yani I’ları ve A’ları. Kalan harflerin tümü sert sessizlerdir. Eğer ekleyeceğiniz sözcüğün son harfi fıstıkçışahap’ı oluşturan sessizler arasında varsa, ek de sert sessizlerden, yani fıstıkçışahap içindeki harflerden (f. s, t, k, ç, ş, h , p) biri ile başlamalıdır.

ŞAPKA VE ÜNLEM

Şapka inceltme ya da uzatma işaretidir. Bazı sesli harflerin üzerine konur. A, u, i gibi. Amacı, bu harfin uzatılarak ya da iki taneymiş gibi okunması gerektiğini göstermektir. Yani şapkalı bir a harfi gördüğünüzde bunu aa gibi okursunuz. Türkçeye özellikle Arapça ve Farsça dillerinden giren sözcüklerdeki anlam karışıklığını önlemek amacıyla uzatma işareti kullanmak gerekiyor. Hala yazdığınızda bu sözcüğün babanın kız kardeşini kastettiği anlaşılır. Ama hâlâ yazarsanız bu devam eden, süregelen, devam etmekte olan anlamındadır. Aynı şekilde kar yazarsanız, meteorolojik bir olay anlaşılır. Kazanmak, çoğaltmak, artırmak anlamına gelen kâr’ı kastediyorsanız kâr yazmalısınız. Uçurum anlamındaki yar ile sevgili anlamındaki yâr’i de bir şapka ayırır. Genel kural olarak şapka bu üç sözcükte kullanılır. Çünkü hala ile hâlâ’yı, kar ile kâr’ı, yar ile yâr’i birbirinden ayırmak gerekir. Ama örneğin reklam yazarken şapkalı da yazsanız, şapkasız da o sözcüğün reklam olduğu anlaşılır. Yazının sade olması bakımından gereksiz ve sık şapka kullanılmaması yerindedir. Yazıyı illa “süslemek” istiyorsanız kullanın.

Yine yazının sadeliği, kolay okunması bakımından sık sık ünlem işareti (!) ve soru işareti (?) kullanmak da gereksizdir. Kurduğunuz cümle zaten bir vurgu içermiyorsa siz sonuna istediğiniz kadar ünlem işareti koyun istediğiniz etkiyi sağlayamazsınız. Ama yeterli vurgu varsa, ünlem işareti koymaya bile gerek kalmaz.



ŞU HAİN EKLER [/size]
Özellikle yabancı sözcükler ve kısaltmalara yapılan eklerde hatalı kullanım çok yaygın. Örneğin IMF kısaltmasına den, ye, nin benzeri ekler yapıldığında bu kısaltmanın orijinal okunuşuna göre mi, yoksa Türkçe okunuşuna göre mi ek yapılacağı kestirilemiyor. Doğrusu eki Türkçe okunuşuna göre yapmak. Yani IMF kısaltmasının son harfi “f” olduğuna göre yapılacak ekin de bu yumuşak sessiz harfe uygun olması gerekir. IMF’e (okunuş şekli orijinal ef’ten) yazılışı ya da söylenişi yanlıştır. Doğrusu IMF’ye (okunuş şekli Türkçe fe) olmalı.

NE ZAMAN AYRI NE ZAMAN BİRLEŞİK?

Türkçede 1980 döneminde başlayan ayrı mı yazmalı, birleşik mi yazmalı konusundaki kaos hâlâ sürüyor. Örneğin “karabahtım” mı yazılmalı, “kara bahtım” mı yazılmalı gibi. Bu tartışmanın temelinde sözünü ettiğimiz dönemde ülkemizdeki dilbilimciler arasında ortaya çıkan “öztürkçe”, “canlı ya da yaşayan Türkçe” bölünmesi yatıyor. Öztürkçe’yi savunanlar genellikle birleşik, “yaşayan Türkçe”yi savunanlar ise ayrı yazımdan yanadır. Genel kural olarak, eğer iki ayrı sözcük birleşip yeni ve bambaşka anlamlı bir sözcük oluşturuyorsa birleşik yazılmalıdır. Örneğin, sivrisinek, anamuhalefet, karabasan, kardelen, tümdengelim, ortaokul, altyapı, üstgeçit, karadelik gibi…

GELİYİM Mİ, GELEYİM Mİ?

Sık yapılan yanlışlardan biri de bu. Yani soru eklerindeki ilgeçlerin (edatların) yanlış kullanımı. Geliyim mi, söyliyeyim mi, ağlıyayım mı, başlıyayım mı, yatırıyım mı demek ya da yazmak yanlıştır. Doğrusu geleyim mi, söyleyeyim mi, ağlayayım mı, başlayayım mı, yatırayım mı olmalı…

ŞİİR VE NOKTALAMA İŞARETLERİ

Sık yapılan bir başka hata şiirlerde dize sonlarında virgül kullanılması. Yapısı gereği şiirde bir dize ya bir cümledir ya da alt dizelerde tamamlanacak olan bir cümlenin parçasıdır. Bir cümle olması halinde dize sonuna virgül değil nokta konulur. Ki bu da şiirin görselliği, estetiği ve anlatım kaygısı bakımından illa gerekmez. Ustaların noktalama işareti kullanmadan yazdığı pek çok güzel şiir olduğunu hatırlayın. Bir cümlenin parçası olması halinde ise her dizenin sonuna virgül koymak, bir yandan anlamı karmaşıklaştırır, söylemi zayıflatır, bir yandan da görselliği içinden çıkılmaz hale getirir. Eğer şiirde bölünmüş bir cümleden oluşan birden çok dize varsa, anlamı zayıflatmamak, söylem kaybının önüne geçmek amacıyla virgül kullanılabilir. Ama “bu dize bitti, cümle bitmedi, alt dize ya da dizelerde sürüyor” mantığıyla her dize sonuna virgül koyarsanız estetikten, içerikten ve okuma kolaylığından ödün vermiş olursunuz.


BOL NOKTA BOL HATA

Türkçe imla kılavuzunda “yan yana iki nokta” şeklinde bir noktalama işareti yok.

Ama “yan yana üç nokta” Türkçe imlasında yer alan bir noktalama işaretidir. Bunu unutmayın!

Milli edebiyat akımının ilk dönemlerinde Latin alfabesine geçişin karmaşası içinde kimi yazarların kullandığı “yan yana iki nokta” yanlışı kısa sürede düzeltildi. Çoğu zaman düzyazıda, özellikle şiirde yapılan bir başka nokta hatası “yan yana üçten çok nokta” ya da “sıralı nokta” koymak. “Sıralı noktalar”, kural olarak, bir metinde “bilerek ya da eksik bilgilenme nedeniyle” atlanan veya çıkarılan bölümleri belirtmekte kullanılır. Ya da bir yazının içine herhangi bir metinden bir bölüm alındığında, alınan bölüm metnin başından değil başka bir yerinden başlıyorsa, bunu belirtmek için “sıralı nokta” kullanılır. Siz, şiir ya da düzyazınızdaki cümlelerin sonuna “anlamı ve söylemi güçlendirme” kaygısıyla “üçten fazla” noktayı sıralarsanız, ortaya çıkan anlam budur: Yani kastınızdan çok uzak ve tümüyle yanlış bir anlam.

NİDÂ’YI NÂDİM ETMEYİN

Nidâ, bildiğiniz gibi, ünlem işareti. Bu tür düşünce, duygu ve fikirleri içeren cümlerin sonlarında korku, şaşkınlık, hayret, üzüntü benzeri güçlü duyguları belirtmek için konulur. Bağırma, haykırma, isyan etme, zafer düzeyindeki bir sevinci belirtme gibi güçlü duguysallık ve şiddet içeriği bulunan cümleler de ünlem işaretiyle bitirilir. Bilinmeyen, belirlenemeyen, anlam verilemeyen durumların ifade edildiği cümlelerin sonuna bunu vurgulamak amacıyla yine ünlem işareti konulur.

Sık yapılan bir hata, ya da yanlış anlama nedeniyle başvurulan bir yöntem, bu tür cümlelerde güya anlamı güçlendirmek, vurguyu artırmak amacıyla art arda ünlem işaretinin kullanılması. Oysa art arda iki ya da üç ya da dört ya da daha fazla ünlem işareti Türkçe’nin noktalama işaretleri arasında yer almaz. Ünlem işareti bir kez kullanılır ve istenilen vurguyu yapar. Eğer cümleniz zaten doğuştan vurgusuzsa sizin art arda ünlem işareti koymanız onu ne güçlendirir ne de kurtarır. Olsa olsa zayıflığını iyice ortaya çıkarır. Bir yandan da bu kadar kalabalık “nidâ” bir “nidâ”yı “nâdim” eder. Yani üzer.

4 Haziran 2008 Çarşamba

12 Hayvanlı Türk Takvimi


12 Hayvanlı Türk Takvimi, 12 yılın 5 katı olan 60 yıllık devreleri ile Göktürkler’de, Uygur Türkleri’nde, Tuna Bulgarları’nda, İtil Bulgarları’nda ve daha önceleri de büyük ihtimalle Hun Türkleri’nde kullanılmış olup, Türkler arasında çok yaygın bir sistem olmuştur. Göktürk Yazıtları, Uygur kitap ve hukuk belgeleri, Tuna Bulgarları’nın yazıtları, Bulgar Hakanları Listesi bu takvimle tarihlendirilmiştir. Hatta, Manas Destanı’ndaki bazı olaylar bile On İki Hayvanlı Türk Takvimi ile tarihlendirilmiştir.



Tarih

Edouard Chavannes’in “Le Cycle turc des Douze Animaux 12 Hayvanlı Türk Takvimi”, adlı araştırmasına göre Asya’da kullanılan 12 Hayvanlı takvim Türklere ait bir takvim sistemiydidi ve Çinliler bu takvimi Türklerden almışlardı. Chavannes bu yüzden de araştırmasının adını 12 Hayvanlı Türk Takvimi koymuştur.



Yıllar
Yıl Eski dil Günümüzde
1 Sıçan Fare
2 Ud Sığır Öküz
3 Bars Pars
4 Tavışgan Tavşan
5 Lu[1] Ejderha
6 Ilan Yılan
7 Yunt At
8 Koy Koyun
9 Biçin Maymun
10 Tabuk Tavuk
11 İt Köpek
12 Tonguz Domuz
Aylar

Bir yılda 12 ay vardı. Aylar birinçay (birinci ay) , ikinçay (ikinci ay), üçünçay (üçüncü ay), dördünçay (dördüncü ay), beşinçay (beşinci ay), altınçay (altıncı ay), yedinçay (yedinci ay), sekizinçay (sekizinci ay), dokuzunçay (dokuzuncu ay), onunçay (onuncu ay), onbirinçay (onbirinci ay) ve onikinçay (onikinci ay) diye adlandırılmıştır.



Mevsimler
Eski isim Günümüzde
Oğlak ay: İlkbahar
Uluğ Oğlak ay: Yaz
Uluğ ay: Sonbahar
Ay: Kış



Günler

Türklerde gün isimlerinin yabancı kökenli olmasının sebebi bazı tarihçilere göre; göçebelik sebebiyle Türklerde gün kavramının gelişmemesidir. Türk Takvimi‘nde bir gün 12 bölüme ayrılır, her bölüme Çağ adı verilirdi. Bir çağ iki saat, dolayısıyla bir gün de 24 saatdi. Herbir çağ ise sekiz Kehten ibaretti. Yılbaşı olarak gece-gündüz eşitliğinin yaşandığı 21 Mart, Nevruz günü alınırdı.

Sınav kabus olmasın

Haziran ayı demek; sınav demek, heyecan demek, korku demek! ÖSS, OKS ve SBS`ler yaklaşırken, öğrenci ve velileri saran stres dalgasından kurtulmanın, kaygıyı başarıya dönüştürmenin yolları.....

ÖSS , SBS , OKS , LGS ... Bütün bu terimler kimilerinde hiçbir anlam ifade etmese de, öğrenciler ve onların aileleri için adeta `ölüm-kalım ` meselesi olan sınav isimlerinin kısaltılmışıdır!


İyi bir eğitim almak ve başarılı olmak için geleceğini bu sınavlara bağlayan gençler şu günlerde var güçleriyle yaklaşan sınavlara hazırlanıyor. Korku, panik, öfke ve heyecan gibi karmaşık duygular yaşayan gençleri, bu hislerinde aileleri de yalnız bırakmıyor. Peki bu çok önemli sınavlara gençler nasıl hazırlanmalı, sınav sırasında nasıl davranmalı, aileler çocuklarına nasıl yaklaşmalı?


Tüm bu soruların yanıtını Bahçelievler Medical Park Hastanesi `nden Psikolog Şebnem Turhan `dan aldık. Şu günlerde sınav stresi yaşayan öğrenci ve velilerin kendisine sıklıkla başvurduğunu belirten Turhan `ın çarpıcı açıklamaları ve önerileri şöyle:


YÜKLENEN ANLAM ÖNEMLİ


"Sınav kaygısı yaşamamak için öncelikle sınavı kaygı haline getiren nedenleri bilmek gerekir. Birincisi; sınavla ilgili bilgi almak çok önemli:


Sınav nasıl bir şey, ne kadar sürüyor, ne olacak? İkincisi ise öğrencilerin, öğrenme modelini keşfetmeleridir. Nasıl öğreniyorlar? Sözel mi, sayısal mı, görsel mi, işitsel mi öğreniyorlar? Bununla birlikte öğrencilerin akademik anlamda düzenli çalışmaları gerekiyor. Eğer ki bunlar yapılmazsa kaygı yaşanması çok doğaldır. Çünkü hazır değilsinizdir. Hazır olmadığımız bir şey de bizi tehlikeye sokar. Aslında sınavı kaygı haline getiren şey, sınava yüklediğimiz anlamdır. En önemlisi de sınav hakkındaki düşüncelerimizdir. Eğer sınav bizim için ölüm-kalım meselesiyle, hayatımızın dönüm noktası ise o zaman kaygıyı hem aileler, hem de öğrenciler daha yoğun yaşar.


`NORMAL BİR DUYGUDUR`


Dozunda olduğu sürece, sınav kaygısı hedefe ulaşmak için motive edici normal bir duygudur. Ama ailelerin `Sen başarırsın, sana güveniyoruz` gibi gaz vermeleri, `Senin için çalıştık, didindik, şimdi sıra sende` gibi fedakarlık edebiyatları çocuğu motive etmiyor, aksine derslerden uzaklaştırıyor.


Ailelerin yaklaşımı sınav kaygısının fobiye dönüşmesinde önemli rol oynuyor. Sınav kaygısını problem haline getiren unsurlardan biri sınava girecek kişinin üzerindeki yük ve taleplerdir. Sınava girecek kişinin ya da etrafındaki insanların beklentileri kişinin bilgi düzeyinden yüksekse sınav kaygısı olumsuz bir işlev kazanmaya başlayabilir . Diğer bir unsur ise sınava yüklenen anlamdır.


Çevremize baktığımızda, her sınava giren kişi aynı düzeyde stres hissetmediğini görürüz. Bunun önemli sebebi çevresel ve sosyal faktörler. Sınava girecek çocuğu olan bazı aileler, yapılan maddi ve manevi yatırımlar sebebiyle sınava bir ölüm kalım meselesi olarak bakabiliyorlar. Bu da çocuklar üzerinde önemli bir baskı unsuru oluşturuyor. Eğer aileler sınavı;


* Bir ölüm-kalım meselesi haline getiriyorsa,


* `Sen başaracaksın, biz sana çok güveniyoruz` diyerek zamansız ve uygun olmayan cesaretlendirmelerde bulunuyorsa,


* Kazanamadığında bunun çocuk için felaket olacağı mesajını veriyorsa,


* Sınavı kazanması için yapılan maddi-manevi fedakarlıklar çocuğa sıklıkla aktarılıyorsa, başarılarını küçümsüyor, başarısızlıklarını abartıyorsa,


* Yaşıtlarıyla karşılaştırarak çocuğu değerlendiriyorsa,


* Bugüne kadar başarılı olduğu alanları da olması gerekenden daha fazla şekilde ödüllendiriyorsa (başarının abartılması) sınav bir o kadar daha olumsuz yönde ve kaygı yaratıcı şekilde anlam kazanmaya başlayacaktır.


`UNUTMAYIN, O BİR ERGEN `


Kaygı duygusu çok kolay ve çabuk şekilde bulaşan bir duygudur. Çocukların sınav karşısında duydukları kaygıları en aza indirmek istiyorsak ; aile olarak sınav karşısında öncelikle kendi duygularımızı tanıyıp kontrol etmeliyiz ki çocuklarımıza yardımcı olabilelim. Ailece sınavın anlamanı sorgulamak, değerlendirmek ve en uygun hale getirmek de kaygıyı azaltacaktır.


MOTİVE EDİCİ ÖNLEMLER


* İlk yapılacak iş neyle karşılaşılacağını bilmek ve sınav hakkında bilgi edinmektir; hangi konulardan soruların gelebileceği, zamanı etkin kullanma yöntemleri gibiBu konuda okul ya da dershanedeki rehberlik servislerinden yardım alınabilir.


* Yapabildiklerinizin farkında olup kendinize gerçekçi hedefler koyun.


* Öğrenme modelinizi tanımalı ve çalışma sisteminizi bu modele göre planlamalısınız.


* İç diyaloglarınızı gözden geçirmeli, düşünce hatalarınızı fark etmeli ve düzeltmelisiniz. `Sınavda hiçbir şey yapmayacağım, kazanamayacağım yerine, elimden geldiğince çalıştım ve sınavda da elimden geleni yapacağım, sonuçta sınav nasıl biri olduğumu değil, bilgi birikimimin nasıl olduğunu gösterecek` diye düşünmelisiniz.


* Gevşeme egzersizleri öğrenmek ve düzenli bir şekilde uygulamak da kaygıyı en aza indirmeye yardımcı önemli tekniklerdendir.


* Tüm bu önerileri denediğiniz halde halen sınav kaygınızı yenmek de zorluk çekiyorsanız bir uzmana danışmanız çok doğru olacaktır.